“Evrendeki her şeyin bir ritmi vardır, her şey dans eder.” Maya Angelou
Durdurmak için, bir şeyler yapılması elzem olan bir olgu gibi anlatıldığından olsa gerek, göç; uzun uzadıya düşünmeye bile gerek duymadan, ‘haydi bir şeyler yapalım da, durduralım,’ duygusunu hâkim kılmıştır iç dünyamda.
Oysa ki yaşanmışlıklara ve doğaya derinlemesine baktığımda, göç olgusu, zaten işin doğası gereği yapılması gereken bir eylem sanki ve hatta son zamanlarda, sanki hiç engel olunmaması gereken bir olgu olmaya başladı, yine iç dünyamda.
Hatta ‘açlık bahane, evrim ise şahane,’ dedim mi, sanki mevzunun mana köşesine tam da oturacak gibi geliyor. Aynı kasabada veya köyde, hatta belki de aynı evde veya yatakta doğup ölen bir insan düşünün. Nereye doğru evrilir ki yaşam?
Mesela Leyla Gencer zaten Leyla Gencer idi. Ancak Yörük köyü orijinden Ankara’ya oradan İtalya’ya göçtüğü için, tüm Dünya’nın tanıdığı ‘Diva’ lakabı alan opera sanatçısı oldu.
Eskiden olsa, belki daha farklı olurdu diyesim de gelmiyor değil. Öyle ya, asırlık çınarlara kulak verince tohumu, hakiki tohum yapanın zaten var olan özüyle birlikte; o öze hakiki sıfatını ekleyen toprak ve o toprağa yaşamsal değerleri veren çevre faktörleri, bazen bir idol, bir arkadaş; bazen bir dayı, amca, bazen de bir hami dost olduğu gayet açık.
Koca bir ömrü, müziğe adamış Araçlı üstat, emekli Obua sanatçısı Çetin Yalçın’ı dinlediğimde tam da öyle olduğunun farkındalığını bir kez daha anlamış oldum.
”1939 yılında Kastamonu’ya bağlı araçta dünyaya geldim, ilk okulu araçta okudum. İlkokul deyince benim aklıma hep, o takım elbise ile derse giren, kravatsız gezmeyen, fötr şapkalı öğretmenlerimiz; tayyör giyen bayan öğretmenlerimiz gelir. Çok hoş bir çocukluğum oldu. Her yıl müsamereler düzenlenirdi. Hamit Özcü adında bir öğretmenimiz vardı. Köy Enstitüsü mezunu. Çok iyi bağlama çalardı. Tiyatro oyunlarımızda yönetmenlik yapardı. Allah rahmet eylesin.”
Bu yazımızın konuğu Çetin Yalçın, Kastamonu Araç ilçesinde doğdu. Kendisinin tabiri ile, çok güzel bir çocukluğun ardından İlkokulu bitirdikten sonra, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda, Trompet üyesi olan dayısı tarafından Ankara’ya götürülüyor. Konservatuvar sınavına giriyor ve kazanıyor. Belki de doğduğu büyüdüğü topraklarda, bugün dahi bilinmeyen bir enstrüman olan ‘Obua Sanatçısı’ oluyor. 7 yıl sonunda Obua Öğretmeni Eftar Gümüşray nezaretinde, konservatuardan mezun oluyor.
Hadi bakalım! “Göç dursun mu, yoksa göçü teşvik mi etmeliyiz?” ikileminin tam orta yerine kocaman bir soru işareti benden olsun. Yok! Göç engellenmeli. Diyenlerden iseniz, işte şimdi çok dikkatle okuyalım.
“Çok enteresan şeyler oluyor hayatta Levent Bey, size anlatmış mıydım? Bir gün, Ankara’daki akrabalarımızın yanına gidiyor misafir olarak dayım, Mehmet Nışancı. O zamanlar daha çocuk. Ankara’daki akrabalarımızın karşı komşusu, şimdiki şef Rengim Gökmen’in anneannesi imiş.
“Bu çocuğun müziğe yeteneği var. Ben anladım. Onu konservatuvara verelim,” demiş ve dayımı böylece konservatuvara yazdırmışlar. Dayım, konservatuvardan mezun olup, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na, Trompet sanatçısı olarak katılıyor. Hatta bir ara Korno’da bir eksiklik oluyor ve bir süre Korno çalıyor. O da beni konservatuvar imtihanlarına götürdü. Bu şekilde müzik hayatına atıldık. Her şey bu tesadüf sayesinde oldu.”
Araç’ta ne iş yapıyor aileniz?
“Babam, mahkeme katipliğinden ayrılmış. Burada Sulh Mahkemeleri’ne girerdi. O zaman burada Baro yoktu. Bir de dilekçe yazardı. Annem ev kadını, Mehmet Nişancı’nın babası olan Dedem, çiftçi. Bakın o kadar ilginç ki; Dedem burada çok mütevazı bir çiftçi, oğlu ise böyle bir tesadüfle Türkiye’deki bütün Sanat Kurumları’nın anası olan, bir orkestra’ya üye oluyor. Hiç olmayacak bir tesadüf gibi. Sonra Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’ndaki dayımın oğlu Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nden, çok iyi derece ile mezun oldu ve elli senedir Amerika’da bir Üniversite’de hoca. Onun kızı da orada önemli bir görevde. Tesadüflere bakar mısınız? Nereden nereye!”
Aslında, çok önemli bir şey daha vardı göç olgusunda. Ne olunacağı, nasıl gelişileceği, gidince gidişata göre mi ortaya çıkmalı? Yoksa gitmeden önce olunacak şeye doğru, bilinçli bir yolculuğa mı başlanmalı? Sanırım bu soruların cevapları ise, her zaman olduğu gibi, o yörenin ortalama bilinç düzeyinde saklı olsa gerek.
Konservatuvar bittikten sonra, hemen ilk ay, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın imtihanlarını kazanıp, orada göreve başlıyor. Ardından askerlik.
“Askerliğimi, Bilecik’in Osmaneli kazasında, bir dağ köyünde, öğretmen olarak yaptım. 1960 askeri darbesinden sonra ‘yedek subay’ olması gereken askerlerin, öğretmen olmasına karar verildi. O arada ben de köy öğretmeni oldum ve bu çok ilginç oldu. O dağ köyünde, yirmi hanelik dağ köyünde, iki yıl öğretmenlik yaptım askerlik süresince. Yaz tatillerinde de silahlı eğitime çağrıldık. O köyü hiç unutamam, hoş bir köydü. İnsanları çok iyiydi ve bana çok iyi davrandılar. İstanbul’a çok yakın İznik Gölü’ne tepeden bakan bir köydü bu. İlk öğretmeni ben oldum inanır mısınız? Öğretmen yokmuş daha önce. Okul da yoktu. Köy kahvesini boşaltıp, okul yaptık. İşte ben orada iki yıl öğretmenlik yaptım.”
Düşünsenize, köy okulunda öğrencisiniz. Öğretmeniniz ise Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Obua Sanatçısı. Bir Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestra Üyesi’nin, bir çocuğun gelişiminde rol model olma olasılığı, sanırım epeyce yüksek. En azından ruhunu besleyecek gıda, ayağının dibine kadar gelebilmiş. Düşünüyorum da, orada gerçekten bir öğretmen olaymış ve Çetin Usta gibi sanatçılarımız veya edebiyatçılarımız ya da bilim adamlarımız, zorunlu görevlerini kendi branşlarının farkındalığını aktaracak şekilde görevlendirilseler, nasıl olurdu?
“Askerden dönüşte, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ile, ilk defa Doğu Anadolu’da bir konser turnesi yaptık. Ve ben Erzurum’da, Van’da, Muş’ta, Siirt’te, Hakkari’de, Obua Konçertosu çaldım. Bakın bir daha da olmadı. Bu bir İlk. Sonra Ankara ve sanat hayatı çalışmalarımız başladı. Tanınmış şef Gürer Aykal, Ankara Oda Orkestrası adı altında bir Orkestra kurdu. Onunla konserler verdik. Bant kayıtları yaptık. Ben Suna Kan hanım’la Bach’ın Keman ve Obua için ikili konçertosunu diske kaydettim. Suna Hanım, Mozart’ın bütün keman konçertolarının kaydını yaptı. Çok güzel şeyler oldu. Kırkbeş günlük bir yurtdışı turnemiz oldu. Kuzey ülkelerinde konserler verdik.”
“1980ler de Adana’da Senfoni Orkestrası açılmasına karar verildi. Bu Orkestra’nın da, bizim Senfoni Orkestrası’nın şeflerinden oluşan, içinde benim de bulunduğum bir grupla gittik. İmtihanlarını yaptık. Üyelerini seçtik. Oranın kurucu üyelerindenim. Adana Senfoni Orkestrası’nın. Sonra Bursa Senfoni Orkestrası’nın kurucu üyeliğini yaptım.”
“Antalya Senfoni Orkestrası’nın kurucu üyesiydim ve buranın ilk üyesi de ben oldum. 1999 yılında Orkestra kurulunca, biraz da burada, sanat hayatıma devam edeyim, dedim ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni orkestrası’ndan izin alarak, Antalya Senfoni Orkestrası’na geçtim. Çok değerli gençlerle tanıştım. Tek ağabey, tek amca bendim. Beş yıl kadar da onlarla müzik yaptım. Aspendos konserleri, Hasan Subaşı parkının içinde Atatürk kültür Merkezi var. Harika bir yer. Orada provalar yaptık, konserler yaptık. Çok hoş bir sanat hayatı oldu.”
Uyum ve senfoni aslında, çok yan yana olan bir kavrammış gibi geliyor. Ama bunun için önce anlaşmak gerekiyor. Hatta aynı fikirde olmasanız da, uyum için anlaşma ve uzlaşıdır Senfoni. İşte o zaman bireysel veya toplumsal sesimiz oluyor. İşte o zaman Evrenin ritmi ile bizim dansımızın ahengi birbirini tamamlıyor.
“Bu arada İstanbul’da Borusan Filarmoni Orkestrası diye bir Orkestra kuruldu. Borusan Şirketi kurdu. Bu orkestra şefliğini de Gürer Aykal Bey üstlendi ve bu Orkestra’nın da ilk üyesi benim. Tek bir üyesi bile yokken birinci üye bendim. Yedi sekiz yıl kadar da, o Orkestra’da Obua Grup Şefliği yaptım. Çok sayıda bant yaptık konserler verdik. Böyle bir sanat hayatı ile sanat hayatımı noktaladım, emekli oldum. Bir oğlum ve bir kızım var. Oğlum Antalya Devlet Operası’nda ‘Koropetitör Piyanist’ kızım Hazine Müsteşarlığı’nda uzman. Eşim ev hanımı. Çok mutlu bir aile yaşamımız var. Çocuklarım çok iyi insanlar Levent Bey.”
Adana, Bursa ve Antalya’da Orkestra kuruluşunda, kurucu üye olan bir üstada, nasıl bir soru soracağımı tahmin etmek, hiç de zor olmasa gerek. Kastamonu’da hiç konseriniz oldu mu?
“Şırnak’ta, Hakkari’de, Bitlis’te, Van’da Obua Konçertosu seslendirdim. Ama maalesef Kastamonu’da olmadı.”
Birçok Orkestra’nın kuruluşunda varsınız. Önemli roller üstlendiniz. Meslek hayatınız boyunca Kastamonu’da Valiler olsun, yerel yönetimler olsun herhangi bir şekilde size ulaşıp
“Siz hemşehrimizsiniz. Bize bu konuda yol gösterin ya da bu konuda neler yapabiliriz?” diye soran oldu mu hiç?
KASTAMONU SELAMSIZ BANDOSU / MEKANSIZ ORKESTRASI
“Hiçbir zaman olmadı. Hiç ilgi göstermediler. Kastamonu maalesef Türkiye’de bu konuda en geri yerlerden biri. Bakın Levent Bey, birkaç sene önce Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Batı Karadeniz Turnesi yaptı. Sahildeki bütün şehirler ve Kastamonu da vardı programda. Kastamonu’da Orkestra’yı oturtacak uygun bir yer bulamadıkları için Kastamonu konseri iptal oldu. Bir gittiğimde baktım, derme çatma bir bandoları var. Kastamonu Belediyesi’nin yetkililerine dedim ki; bu bandoyu çok daha iyi hale getirebilirim, benim Ankara’da arkadaşlarım var. Buraya fedakârca hiç karşılık beklemeden, gelip ders verirler. Bu bandoyu, gerçek bir bando yaparız, dedim. İnanır mısınız, en küçük bir tesiri olmadı bu sözümün. Üç dört sene önce. Ben o zaman burada Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı’ydım. Bandoyu görünce gittim yanlarına, tanıştım, selam verdim. Biraz muhabbet ettik. Kendilerine bu fikrimi söyledim. Bando üyeleri hürmetle dinledi ama yöneticilerden hiçbir şey çıkmadı. Araç’a geldiklerinde de, Belediye Yöneticileri’ne söyledim fikrimi. Oradan da bir şey çıkmadı. Kalıcı, güzel bir şey olsun istiyordum, olurdu çünkü. Maalesef olmadı.”
Hala olabilir. Yeter ki bakış açılarımızı biraz değiştirebilelim. Zira bütün derdimizin, aç karın doyurmak veya nesil idamesi olmadığını anladığımızda, ruhunda besleneceği sanatsal titreşimi, yaşam zarafetimizin içine monte etmişiz demektir.
“Sanatçı, toplumda uzun çalışma ve uğraşlardan sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır.” Mustafa Kemal Atatürk
“ARAÇ SENFONİ ORKESTRASI” diye başladık. aslında “3 KUŞAK ARAÇ SENFONİ ORKESTRASI” desek mi?
- MEHMET NIŞANCI – Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası – Trompet Sanatçısı
- ÇETİN YALÇIN – Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası – Obua Sanatçısı
- METİN YALÇIN – Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası – Trombon Sanatçısı
- YÜCEL YALÇIN – Antalya Devlet Opera ve Balesi – Piyano sanatçısı
Araç, Batı Karadeniz’de Kastamonu İline bağlı küçük, şirin bir ilçemiz. Şimdilerin o küçük şirin ilçesinin büyük yürekli Atamızın dediği gibi alnında ışığı ilk hissedenlerin mayası.
LEVENT ZİHNİOĞLU, 01/03/2021