Enver Turan’ı tanır mısın diye orta kuşak bir Kastamonuluya sorduğunuzda, “çıkaramadım” diyebilir. Ama Enver Albay denildiğinde sanırım “Bilmez miyim Enver Albayı” cevabını alma olasılığımız oldukça yüksektir. Hala hatırlayamayan bir orta ve eski kuşak varsa bilinmeli ki, o kişiyi Kastamonu’dan uzaklaşmış saymak lazımdır. Ya da ona yeniden hatırlatmak.
İnsan memleketini sever. Herkes memleketini sever. Ama söz konusu Enver Albay oldu mu sanırım memleket sevgimizi beş dakika düşünüp tekrar sorgulamamız gerekir. Enver Albay’ın; “Bende bir hemşerilik var. Artık buna hastalık mı diyelim bilmiyorum. Bizim lisandan konuşan birini gördüm mü hemen bitiyorum.” sözleri düşüncemizin bir tür ispatıdır.
Bu hafta Enver Albay ile, Kastamonu kültüründen, türkülerinden, görev yaptığı 12.Eylül döneminden Rıfat Ilgaz’ın tutuklanışına kadar bir çok konuyu konuştuk. O döneme ait bazı bilinmeyen gerçekleri ise ilk ağızdan yani Garnizon Komutanı Enver Albay’dan dinledik.
Hayat hikayesi ile başlayalım istedik. Nerede doğmuştu ve nerelerde yaşamıştı Enver Albay?
Enver Albay- 1341, yani 1925 tarihinde Araç’ta dünyaya geldim. Dedem eski belediye reislerinden cil Ahmet lakabıyla anılan Ahmet efendi. Babam Gazi Refik Turan. Milli Mücadelede İstiklal Harbine katılmış, Çanakkale cephesinde yaralanmış, muhtelif cephelerde çarpışmış, nihayet tebdili hava ile Araç’a gelmiş, sağlığına kavuştuktan sonra, tekrar Çanakkale cephesinde Suriye cephesinde bulunmuş. 1969 senesinde kaybettik. Anama Gadının gızı derler. Bu şuradan geliyor. Araç Boyalı nahiyesine bağlı susuz köyünde dünyaya gelmiş, kadı Halit efendinin kızıymış. Biz uzun süre Araçta yaşadık. Babam tapu sicil müdürü olarak Araç’ta görev yaptı. Bizim ev büyüktü ve köylülerle dolar taşardı Cuma günleri. Gastamonu şivesi ile söylendiğinde; “Gadının gızına gittim deyon” derlerdi. Ben ilk okula 1932 yılında Araç ilkokulunda başladım. Baş öğretmenimiz, Allah rahmet eylesin Tahir Başattı. Babamın memuriyeti sebebiyle ilkokul dördüncü sınıfı Küre’de okudum. Beşinci sınıfı Kastamonu’da Muratbey okulunda okudum. 1937 yılında Muratbey ilkokulundan mezun oldum. Ortaokulun birinci sınıfını İnebolu’da okudum. Yine babamın tayini sebebiyle Zonguldak’a gittik. Sonra tekrar Kastamonu’ya geldik. Kastamonu’ya ortaokul ikinci sınıfında geldim. Sonra İstanbul’a tayin olduk, İstanbul’a geldik. Üsküdar’da oturuyorduk ama bütün okullarda kayıtlar dolu olduğu için Lise müdürü hemşerimiz vardı onun sayesinde Kasımpaşa’da okula kaydım yapıldı. Oradan İstanbul Erkek Lisesine geçtim. İstanbul Erkek lisesinin ikinci sınıfında iken babam Kastamonu’ya tayin oldu ve sonunda yuvama Kastamonu Lisesine kavuştum. Kastamonu Lisesinde geçen günlerim böyle sinema şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor.
Kastamonu Lisesinde geçen günlerini “sonunda yuvama döndüm” şeklinde ifade ediyordu Enver Albay. O halde yuvasında geçen anıları dinlemeliydik. Nasıldı o günlerde Kastamonu Lisesi ve neler yaşanmıştı?
Enver Albay- Kapıcı Murat Çavuş. Murat Çavuş, Galatasaray Lisesinin kapıcılığından Kastamonu’ya geliyor. Çok otoriter, Biz aşağı yukarı 3-4 yüze yakın talebenin hepsini ismiyle, soyadıyla, numarasıyla, memleketiyle, anası ve babasıyla tanır. Mesela; “867 Enver.” Nimet hanım vardı müdür muaviniydi. Okuldan kaçan birini gördü mü hemen Nimet Hanımı arardı; “Alo Nimet hanım Hakkamzade Kazım bey kaçıyor…” O kadar otoriter ki kesinlikle hiçbir şekilde taviz vermez. Şuradan çarşıya kadar gidip geliyim,. katiyen. Bir hikaye anlatılırdı hakkında. Galatasaray Lisesinde görevliyken zamanın milli eğitim bakanı Necati Bey Galatasaray Lisesine geliyor bir gece. Murat Çavuş kapıda. “Giremezsiniz bu saatte” diyor Murat Çavuş. “Sen beni tanımıyor musun?” demiş Bakan. Murat Çavuş; “tanıyorum efendim Maarif vekilimizsiniz ama müdürümün izni olmadan içeriye giremezsiniz” demiş. Murat Çavuşun ufak bir hatırasını daha anlatayım. Kilis’te teğmendim o zaman. Kastamonu’ya gittiğim zaman Murat Çavuşun ziyaretine gittim. Sevdiği kişiler olursa, onun tahta bir koltuğu vardı; makam koltuğu vardı hemen oraya oturur, ispirtolu ocağına cezveyi sürer ve kendi eliyle bir kahve pişirirdi. Beni görünce “gel bakalım 867 Enver” dedi. Elini öpmek istedim “estafirullah” dedi. Oturduk konuştuk biraz. O zaman Kastamonu Valisi Enver Kuraydı. Hemşerimizdi. Oradan çıktım Valinin yanına gittim. Vali; “Murat çavuşa uğradın mı?” dedi. Ben de; “Tabi ki ilk ziyaretim onaydı” dedim. Şöyle bir anısını anlatmıştı Vali. Kastamonu Lisesi müdürüne telefon etmiş. “Müdür bey ben okula geleceğim ama Murat Çavuşu ziyaret edeceğim. Sakın ha protokol falan istemiyorum bizi rahat bırakın.” demiş. Okula gittiğinde Murat Çavuş; “Gel bakalım 285 enver” diye karşılamış. “ İftihar ettim Vali olmuşsun gelmişsin” demiş. Sonra da ocağa kahveyi sürmüş. Tam kahveyi içecekken Müdür gelmiş. Müdür “Sayın Valim hoş geldiniz” falan derken Murat çavuş hemen ayağa fırlamış. Vali Murat çavuşun huyunu iyi bildiği halde boş bulunup; “Otursana Murat çavuş” demiş. Murat Çavuş Valiye şöyle bir bakmış ve eklemiş; “ Ben amirimin yanında oturacak kadar terbiyesiz değilim” Enver Kuray’da deli bir adam, lafını sözünü esirgemez. “Yahu ben sana söylemedim mi be adam. Zevkle içeceğim bir kahveyi bana zehir ettin. Çık dışarı. Ben sana ayrıca geleceğim” demiş. Vali o günle ilgili; “Ben hayatta Murat çavuşun hafiften böyle Mona Lisa gibi gülüşünü ilk defa orada gördüm” dedi. Lisede çok hatıramız var.
Hangi dönemdi? Ve kimler vardı?
1945-47 arasıydı. Şeref Erdoğdu vardı o zaman. Hocalarımız rahmetli Neşet Güğümcü, Kemal Domaniç, Fizikçi Naci bey vardı. 947 senesindeki voleybol takımımız efsane takımdı. O zaman bölge maçları yapılıyor. Biz 47 senesinde Zonguldak’a gittik. Maden teknik okulu ve Zonguldak Çelikel lisesi de o civarın şampiyonu. Son derece kuvvetli takım. Biz gittik oraya bizimle alay etmeye başladılar. Hani bizim şu lisan konumuz var ya. Benim konuşmaktan doyamadığım şu lisanımız. Her nedense Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi Zonguldak’ta da alay konusu oldu. Siz dediler bizden 5 sayı alırsanız size yemek ısmarlayacağız. Son final maçını yapıyoruz. Çelikel lisesi ile. Birinci seti 15-2, ikinci seti 15-3 aldık.
Bir şey sormak istiyorum şimdi Kastamonu Lisesi ile ilgili. 1888 yılından beri Kastamonu Lisesi ayrı bir kültür, farklı bir vatanseverlik, farklı bir memleket anlayışı vardır. Kastamonu Lisesi hakkında ne diyeceksiniz?
Kastamonu Lisesi biliyorsunuz Anadolu’nun ilk lisesi. O tarihlerde Kastamonu’da birçok eser bırakan unutulmayan valilerden Abdurrahman paşa zamanında inşa edilmiş 1885’te. Sevgili Hüseyin Özbek’in bir söyleşinizde ifade ettiği gibi üniversite ayarında bir lise, çünkü bu lise çok ilim adamları çok generaller yetiştirmiş bizim dönemimiz yani 1960lı yıllarda. Gerçi liseler o zaman artık 1940lardan sonra açılmaya başladı ama, Kastamonu Lisesi yine de bütün özelliğini muhafaza etti ancak lisede çok karakterli bir dönem yaşandı . Çok iyi bir eğitim sistemi vardı. Kastamonu’da ortaokul 2.sınıfta babamın tayini nedeniyle İstanbul’a naklettirdiğinde, ki okula kayıtlar kapandıktan, 1,5-2 ay sonra geldim birinci dönem notu alacağım matematikte o zaman cebir ve geometri dersi matematik hocası beni tahtaya kaldırdı, “sen, dedi notlara yetişemedin; senin hakkında kanaat sahibi olmam lazım, sana bir denklem soracağım.” Benim de tahsil hayatımda ben zayıf konum matematik, nedense hiç ısınamadım matematiğe. Bana denklemi verdi ve ben o denklemi takır takır çözdüm. “Sen nerden geldin” dedi. “Kastamonu lisesinden” dedim. “Kel Tahir mi hocan” dedi. “otur, bir daha seni imtihan etmeyeceğim” dedi.
Gelelim askerlik dönemine
Sonra askeri okula gittim. İlk görev yerim Kilis oldu. Ondan sonra Ankara’ya tayin oldum. Daha sonra Marmaris ve Datça askerlik şubelerine tayinim çıktı. Tekrar Ankara’ya Balaya geldik. Sonra Şark hizmeti için Kars’a gittim. Kars’ta Tugay merkez şubesi görevim vardı. Kars garnizonuna giren bütün askerlerden ben sorumluydum. Bütün sevkleri, dağıtımları ben yapıyordum. Bende bir hemşehrilik var. Artık buna hastalık mı diyelim bilmiyorum. Bizim lisandan konuşan birini gördüm mü hemen biterim. Bir gün oturuyorum dairede Paşa seni çağırıyor dediler. Paşa; “yılbaşı geliyor garson yok ne yapacağız” dedi. 1000 – 1500 kişi yeni asker geldi. Önce içinizde çingene var mı diye sorardım. 3-4 tane asker seçtim. Paşaya götürdüm. Paşada yurtdışında ataşelik yapmış. Fransız mutfağını iyi biliyor. Bunlar olmadı. Aradan 3-4 gün geçti. Bir bakaya asker geldi. Sevk nüshasına bir baktım; Kastamonu, Araç, Boyalı, Kavak. “Nerelisin oğlum sen” dedim. “Kastamonu Komutanım” dedi. “Kastamonu’nun neresindensin Lan” dedim. “Araçlıyım Komutanım” dedi. “Aracın neresindensin köyünü söyle oğlum” dedim. “Komutanım siz de bizim memleketliler gibi konuşuyorsunuz” dedi. “Ulan yılışma hemen“ dedim. “Kavak köyündenim komutanım.” Dedi. “Emrullah ağa sağ mı lan” dedim. “O benim amcam rahmetli oldu” dedi. Ulan sen gatırcı ibramın mı oğlusun” dedim. “Evet komutanım” dedi. “Lan senin sanatın ne?” dedim. “Efendim ben garsonum” dedi. “Nerde garsonluk yaptın sen” dedim. “Efendim Divan otelinde garsonluk yaptım, üç senede İsviçre’de kaldım” dedi. Tamam dedim. Her ihtimale karşın garson kıyafetini de yanında getirmiş. Bunu kimseye söylemedik. Sonra komutana sürpriz yaptık. Sonra Kars’tan sonra tekrar Ankara’ya tayin oldum. Sonra Kastamonu askerlik şubesine tayin oldum. Böylece Kastamonu’ya geldim. Oturdum makama, telefon rehberini aldım şöyle baktım. Hakkamlar Kollektif şirketi Kazım Bey. Telefonu çevirdim. “Efendim” dedi. “Efendiler nikahını kıysın” dedim. “Nerdesin” dedi. “Ben askerlik şubesindeyim” dedi. “Ulan tamam anladık subaysın çabuk gel buraya” dedi. “Ağzını yanına al“ dedim. Garşında gos goca asgerlik şubesi başganı var” dedim. “Beninen dalga geçme” dedi. “Benim vaktimi fazla alma hakkemzade Kazım Bey” dedim. “Ben kapatıyon telefonu merak ediyosan gelü bakasın” dedim. Koşa koşa geldi. Beni gördü. “Lan hakkeden ciddi” dedi.
Gelen hemşerilerin sevk nüshasından bakıyorum, genelde pastacı. Sen orduevine git. Sevk nüshasında Kastamonulu gördüğüm zaman bana yakın birliklere veriyorum. Birlik komutanına da diyorum ki; ”bak sana hemşerimi gönderiyorum. Eti senin kemiği benim. Bizim hemşerilerimiz son derece çalışkandır. Hiçbir zaman bizim yüzümüzü kara çıkarmaz.” Çocuklara da diyorum ki; “Lan oğlum burada askerlik yaptığınız müddetçe kılınıza bir hata gelmeyecek amma başkası bir çalışıyorsa, siz beş çalışacaksınız. Benim yüzümü kara çıkarmayacaksınız. Şunu gururla söyleyebilirim yüzlerce Kastamonulu geldi geçti elimden bir tanesi hariç hepsi canlarını dişlerine takacak şekilde çalıştılar. Bayram ziyaretlerine askeri disipline biraz ters düşse de biz köylü çocuğu olduğumuz için örf ve adetlerimizden katiyen nerde olursak olalım ödün vermeyiz. Bayram ziyaretlerinde bizim ev dolar taşardı.
12 eylül zamanı Kastamonu’da görevli miydiniz?
Evet, 12 Eylül zamanı Kastamonu’da görevdeyim. Bu konuyu açtığında çok iyi oldu. Çünkü bazı karanlık yerler var, onların da aydınlanması açısından isabetli oldu. 12 Eylülde zamanın Ankara sıkıyönetim komutanı Recep Ergun Paşa, Rıfat Ilgaz’ın derhal gözaltına alınmasını istedi. Gece bildirdiler bize. Sonra Valiyle oturduk konuştuk. Ben ertesi gün Sedat Celasun Paşaya telefon ettim. Milli birlik komitesi üyesi. Beni çok yakından tanır. “Paşam dedim ben Kastamonuluyum. Şu anda Ankara’ya bağlı sıkıyönetim komutanıyım. Beni ya bu görevden başka bir göreve alın veyahutta Askerlik dairesine bir tayin yapın dedim. Sonra bir Jandarma Albayı gönderdiler. Jandarma Albay Asker Alma Daire Başkanına uğruyor Kastamonu’ya gelmeden önce. Asker Alma Daire Başkanı ona şöyle demiş. “Kastamonu’ya gidiyorsun. Orada Enver Albay var. Çok güvendiğimiz biridir. Aynı zaman da Kastamonuludur ve orayı iyi bilir. Onun söylediklerini dikkate al.” Jandarma Albayı geldi. Benden de kıdemsiz ama garnizon komutanlığını o yürütüyordu. O gelince ben biraz rahatladım. Çünkü bir tarafta 1402 sayılı sıkıyönetim kanunu var, diğer tarafta canım gibi sevdiğim hemşeriler var. Ama fikir bakımından ters düşmüş falan ama benim konum değil. Jandarma Albay önceleri geldi, “Abi emrin olur” falan derken bizim maalesef Kastamonu’daki üç beş kişimiz “Aman kumandan bey, Garnizon kumandanı” dedikçe iş değişti. Ya Garnizon kumandanı tamamen yetkileri Ankara’da, yani orada bir emanetçi. Rütben değişmez maaşın değişmez neymiş Garnizon Koımutanu fors şeyi. Ve bu albay üç beş gün sonra gelmemeye başladı. Etraftan da bana tabi geliyor. Bu akşam Taşköprü’de şöyle gece olmuş falanca yerde gece düzenlememişler. Bakıyorum irtibatta olduğu kişiler Kastamonu’nun belli kişileri. “Tamam” dedim. Hemen telefon açtım Sedat Celasun Paşa’ya. “Tahkikat falan olmasın ama burada bulunması sakıncalı” dedim. Asker alma dairesi başkanına da söyledim. Ondan sonra bir havacı Albay tayin oldu. Kurmay Albay olduğu için benden kıdemliydi. Daha rahat ettim ben şimdi. Havacı Albay geldi; Komutanım asker alma daire başkanımız sizi çok anlattı. Ben askerlik dairesi işlerinden anlamam. Zatialiniz şöyle böyle.. Ya dedim hadi. Bak dedim Yılmaz sen şimdi abi falan diyorsun şimdi bir amirlik memurluk münasebetimiz var bunu başkalarının yanında söyleme ama dedim burada kimsenin burnunu kanatmayalım, kimseyle uğraşmayalım. Çünkü burada bir aykırılık yok. Anarşistlik şu bu yok. Kastamonu gayet sakin herkes işinde gücünde olsun, hiçbir vatandaşım eziyet görmesin. Nihayet ziyaretlere gidelim efendim dedi. Biz dairelerden başladık ziyaretlere, yeni Garnizon Komutanımızı tanıtmak üzere. Gittiğimiz yerlerde bizimkiler başladılar; “Hoş geldiniz sayın Albayım, hoş geldiniz Garnizon komutanımız.” Bu arada ben 15 gün kafamı dinleyeyim dedim izin aldım İstanbul’a gittim. İşte ne olduysa o onbeş günde olmuş. Döndüm geldim. Baktım hiç ses seda yok. Çıktım yukarıya. “Komutanım” dedim. “Şu kaldığımız yerden ziyaretlere devam edelim mi?” “Enver Albayım”, dedi. “Ben ziyaret etmem. Denetlerim”. “Neyi denetlersin?”, dedim. “Daireleri denetlerim” dedi. Bir şeyden de haberim yok. “İyi denetlemeler” dedim, aşağı indim. “Ne oluyor” diye arkadaşlara sordum. Yolda yürüyormuş “senin eteğin kısa”, YSE ye gitmiş bütün memurları sıraya dizmiş, “senin saçın uzun” demiş. Dadaya gitmiş kaymakama “sen bıyıklarını keseceksin” demiş. Tekrar çıktım yukarıya, “Anlaşıldı Yılmaz Albayım” dedim. “Sen denetlemelerine falan devam et”. “Fakat” dedim. “Sana bir tavsiye. Sakın ha Kastamonu Lisesine gitme. Kastamonu Lisesini denetlemeye kalkma, Çünkü hiç işine karıştırmaz” dedim, “çeker seni lisenin kapısının önüne uzatır İsmail hoca” dedim. “İkincisi sakın ha Karayollarına gitme; Yusuf Çebi katiyen müdahale ettirmez”. Bu arada çok şikayet oldu. Asker alma daire başkanı bana telefon etti. “Enver, çok şikayetler oluyor ne oluyor” dedi. Ben de, “söylenenler doğrudur komutanım”, dedim. Ondan sonra askeriye baş savcısı Rahmetli İlhan Şener devreye girdi. 24 saat içersinde görevden aldılar. Sonra dediler ki “bırak sen artık Kastamonuluyum falan demeyi, oradan bir hadise çıkmasın sen artık garnizon komutanlığını yapacaksın”. Bunun üzerine ben de gazeteye iki satır beyanat verdim. “Hemşerilerimiz işlerinde güçlerinde kalsınlar. Birlik beraberlik içindeyiz hepimiz” diye. Gazetede okuyan geldi. “Arkadaşım Enverciğim çok gururlandık”. Dedim ki; “Yahu biz kırk senelik arkadaşız. Ne ilen gururlandın arkadaş beni paşa yapmadılar. Garnizon komutanlığı bir sıfat. Ben Ankara Sıkıyönetim komutanının emrinde bir insanım. Gözünüzü seveyim abartmayın. Bak adamı iğneleye iğneleye zıvanadan çıkarttınız gitti”.
Bu arada MİTten bir adam var Zonguldak’ta. Devamlı kurcalıyor işleri. Biz Vali Sadullah beyle çok iyi çalışıyoruz. Bir gün emniyet müdürü geldi; “Komutanım sol kesim özellikle Araç’ta” dedi. “Bana bak” dedim, “hiçbir şey yapma burada sol kesim sağ kesim diye bir şey yok”. Fakat Recep Ergun Paşanın kanına giriyorlar. Şimdi ben de bir seminer için Ankara gittim. Yerime bir Albay arkadaş bıraktım. Dedim ki, “bak operasyon gibi şeyler oluyor. Herhangi bir şey olursa engel olamazsan mutlaka anında beni ara”. Ben Ankara’da seminerdeyim iki gün sonra bir telefon. Araç’tan arıyorlar. Dediler ki, “30-40 kişiyi aldılar Kastamonu’ya götürdüler”. Hemen Kastamonu’yu aradım. “Komutanım” dediler; “Ankara’dan bir ekip geldi. Kimseye haber vermediler Araç’tan toplamışlar getirmişler. Hepsi şu anda İnönü karakolunda yatıyor.” Hemen komutana çıktım izin aldım ve semineri terk edip Kastamonu’ya gittim. Doğru İnönü karakoluna. Bir girdim baktım. Allah Allah mübaşir Mustafa efendi. Yaşlı başlı adam. Neymiş odasında kitap çıkmış. Hepsi tanıdığım bildiğim kişiler. Ama bunların içersinde hakikaten örgüte üye olan kişiler var. Ama onlar da bir tesir edecek çapta değil. Sen tut orda 3-4 kişi “biz falanca örgüte mensubuz silah sorumlumuz falanca bir de silah bulunmuş”. Diğerlerinin ifadesi alınmamış. “Hemen buradaki vatandaşları çıkartın benim subay gazinosuna yerleştirin”, dedim. Gazinoya getirdim onları. O ifadeler olmasa hemen hepsini bırakacağım. Ancak bıraktığım anda da karşımda Recep Ergun paşa var. Hemen akabinde şikayet gitmiş Ankara’ya. Garnizon komutanı hemşerileri solcuları askeri gazinoya almış. Hemen bir hakim Albay görevlendiriliyor. Albay Enver Turan’ın hemen tutuklanması. Mamak cezaevine sevki. Hakim Albay tanıyor beni. Hemen asker alma daire başkanına gidiyor. Anlatıyor. Emri veren Kara kuvvetleri komutanı. Neyse beni sorgulamaktan vaz geçiyorlar. Ondan sonra ben bu 30-40 kişiyi bir otobüse bindirdim. Başlarına da bir teğmeni koydum. Bunları doğru Mamak’a götüreceksin. Ben savcıyı aradım. “Sorguları yapılsın ve hemen bırakılsınlar” dedim. Savcı Serdar da tesadüf yedek subaylığını benim yanımda yaptı. Askeri hakim olur yazısını da ben vermiştim. Çok da efendi bir çocuk. “Komutanım, 3-4 kişiyi maalesef kurtaramadık deliller sabit”, dedi. Ama diğerlerini serbest bıraktık. Çok sevdiğim bir arkadaşımın oğlu hapis cezası yedi ama ben vicdanen çok müsterihim. İyi ki o zaman ben varmışım. Yoksa çok insan çok eziyet görecekmiş. İşin enteresan tarafı, hapis cezası yedikten sonra çıkan kişiler oldu. Araca gittiğim zaman ya Enver abi o zaman senide çok müşkül durumda bıraktık dediler bana. Bu benim için hayatta hani mükafat yerine geçer derler ya bu benim için öyle oldu.
Yani Allah bir daha öyle günler göstermesin. İyi niyetle de yapılsa kötü niyetle de yapılsa herkesin görevi ayrı. Dört sene Kastamonu’da görevde bulunduğum süre içinde Hakkamzade Kazımın evinden başka eve yemeğe gitmedim. Hiçbir lokantada bir akşam dahi bir kadeh içki içmiş değilim. Çünkü biliyorum memleketimizin huyunu suyunu. Ama karayolları bölgesinde akşamları otururuz. Kastamonu folklörünü orada icra ederiz. Söyleriz. Valisi, Ağır Ceza Reisi orada fevkalade günlerdi. O karayollarındaki günler hayatım boyunca unutamadığım günlerdi.
Rıfat Ilgaz’ın tutuklanması ve sorgulanması çok merak edilen konu. Bu konuda neler anlatmak istersiniz?
Ankara Sıkıyönetim komutanı Recep Ergun, kişiye özel yazılarla Rıfat Ilgaz’ın derhal göz altına alınması ve sorgulanması için emir verdi. Ben bu emri uygulamadım. Aradan bir hafta geçti tekrar bir emir, ardından üçüncü emir. Sonra ben telefon açtım. “Komutanım”, dedim; “Rıfat Ilgaz tarihe mal olmuş kişi bunun artık solculukla bölücülükle ilgisi yok. Kastamonulular tarafından çok sevilen bir kişidir, bizzat ben dahil vilayetin valisi ağır ceza reisi, karayolları bölge müdürü ileri gelen zevat bundan iki üç ay önce Cide’ye ziyaretine gittik. Bizi evinde karşıladı. Son derece duygulandı”. “Ne demek dedi sen derhal gözaltına alacaksın dedi.” Önce sözünü ettiğim hakkımda tutuklama kararı verilmesi de bu dönemde oldu. Tabi ben gene de bu işi savsakladım. Ama o arada da benim Adana’ya tayinim çıktı. Adana sıkıyönetim komutanlığı birinci şubeye tayinim çıktı. Halbuki, tayinim İstanbul’a çıkmıştı. Ben İstanbul’u istemiştim. Adana’daki kolordu komutanı beni iyi tanıdığı için İsmen beni istiyor. “Çocukları İstanbul’da falan deyin”, dedim; kimse beni dinlemedi. Bu durumda emekli olmak farz oldu. Bu seferde emeklilikleri durdurdular. 3 ay kadar Adana’da kaldıktan sonra emekli oldum. Bu arada benim yerime gelen havacı albayın ilk işi Rıfat Ilgaz’ı tutuklamak oluyor. Kastamonu’ya getiriliyor. Sorgulamalar yapılıyor talihsiz bir şekilde. Ama öyle tahmin ediyorum ki bütün içtenliğimle söylüyorum ben orada görevde olsaydım, hapse girmeye de razı olurdum. Çünkü Rıfat Ilgaz gibi bir kişiye yapılacak hareket değildi. Bugün bakın işte bir sürü sorgulama oluyor, açılım diyoruz, bilmem şu diyoruz beraberlik diyoruz. Bu Kastamonu’da var. Kastamonu insanının mayasında var. Kastamonu insanımız devletine karşı askerine karşı son derece bağlı, ben kendi nefsimde bunu yaşadım.
Kastamonu’da görev yaptığınız süre içinde hemşerilerle diyalogunuz nasıldı?
Devlet dairelerindeki bürokrasideki insanlara çok sadıktır. Bugün Kastamonu köylüsü bir resmi daireye girerken eli cebinde girmez, gayet saygılıdır. O kendisine hizmet eden kişileri çok iyi bilir. Bugün bir köy odasında devlet çarkının nasıl döndüğü o kadar güzel anlatılır ki, gelen bir devlet memurunun bütün sicili köy odasında kayıtlıdır. Bakın size bir şey daha anlatayım. Kastamonu, İstiklal Savaşı gazi ve yetimlerinin en bol olduğu yer. Devlet öldürmeyecek ve ondurmayacak bir miktarda şehit yetimlerine tütün ikramiyesi öderdi. Tütün ikramiyesi adında o günkü rayice göre öderiz. Şimdi düşünün, seksen veya doksan yaşındadır artık şehit hanımı, şehit kızı ya da oğlu bunlar gelir martın birinde askerlik şubesine. Askerlik şubesi o gün kalabalıktır, maaş işleri vardır v.s. başlar orda o soğukta beklemeye. Askerlik şubesindeki işlemleri biter hadi evrakları götür defterdara imzalattır. Defterdarın o gün işi başından aşkın. 2 saat de orada bekler. Ondan sonra o çeke valinin imzası lazımdır. Bürokrasi böyle. Neyse o konulara girmeyelim. Sonra gider Ziraat Bankasına. Ziraat Bankası da ana baba günüdür. O yaşlı adam nereden sıra bulacak. Benim kırk senelik meslek hayatımda, askerlik şubelerinde çok bulundum. İlk söylediğim söz şudur. Oğlum bilgisizlikten kaynaklanan, eğitimsizlikten kaynaklanan bazı aksaklıkları hoş görebilirim. Ancak, hoş görmeyeceğim, katiyen taviz vermeyeceğim bir konu vardır. Göğsünde İstiklal Madalyası olan bir şahsı ben eğer ayakta görürsem, onu beklettiğiniz, onun işini savsakladığınız görürsem kanuni kovuşturmaya alırım bunu bilesiniz. Ben şöyle bir çare buldum. Şehit yetimleri harp malulleri geldiği zaman ben var isem de yok isem de benim odama alacaksınız. Sobanın üzerine büyük bir kapta ıhlamur koyacaksınız. En azından 10-15 bardak hazırlayacaksınız, benim odama ek sandalye koyacaksınız. 10 kişi oluncaya kadar onlar orada kahvesini çayını içerek. Gelen herkesin hemen çekini yazacaksınız. Bordrosunu yazacaksınız. 10 kişi odlumu defterdara tembihli defterdarda 1 dakika bekletmeyeceksiniz. Ben bir askerimle gönderiyorum derhal bu çekleri imzalar, oradan geçer Vali muavinine, valiye durumu bildirmişimdir. Vali, Vali muavinine emir verir ve hiç beklemeden işleri hallolur. Benim askerim bütün bu işeri 10-15 dakikada halleder ve Ziraat Bankasına gider. Ziraat bankasına da şöyle bir ricada bulunurum. Ben askerimle birlikte 10 tane şehit yetimi, harp malulü gönderiyorum. Lütfen bunu kendi odanıza alın ve bir görevli ile maaşlarını sizin odanızda alsınlar. Çünkü bu biz bunların yüzü suyu hürmetine yaşıyoruz. Bide bunların hepsi hatırlı kişiler. Köye gittikleri zaman şöyle derler; “Bi Ziraat Bankası müdürü gelmiş, şart olsun bizi makamına kadar aldı. Bize çay da ısmarladı hemen beş dakika içinde işimüzü bitirüvedi” derler. Bu uygulama dört sene Kastamonu’da devam etti.
Gelelim Folklor meselesine. Sizin Türk Halk Müziği konusunda çalışmalarınız var. Türkiye’nin her yerini gezmekten kaynaklana bir birikiminiz de var. Özellikle Kastamonu folklorü ve türkülerimiz hakkında neler söylemek istersiniz?
Ever Albay- Efendim şimdi ben aşağı yukarı 15-16 yaşlarındayken amca oğlu rahmetli Celal Turan’a bakıp bağlama çalmaya özendim. Daha doğrusu bağlamayı dıngırdatmaya başladım. Ve bağlama beni çok sardı. O ara Kastamonu Lisesine geldiğim zaman daha da ilerlettik. Rahmetli Aşık Mümin bey, diğer lakabı ile Deli Mümin benim esas bağlama hocamdı. Deli Müminin irticalen çok güzel şeyler söyler. Dedesi Aşık Meydanidir. Kastamonu folklörünün dev isimlerinden biri Aşık Mümin Meydani, İhsan Ozanoğlu ve Yorgansız Hakkı Çavuş ve Karayılan Mahir ve zurnacı Hasan ağa. Bunların ben hepsi ile zaman zaman oturduk, çaldık, söyledik. 1948 senesinde Muzaffer Sarısözen Halil Bedi Yönetken ve ses uzmanı Rıza, soyadını hatırlayamayacağım şimdi Kastamonu’ya geldiler. Muzaffer Sarısözen’in biliyorsun, Türk halk müziğinin, yurttan seslerin her şeyi müstesna bir insandı. Son derece mütevazi biriydi. Mümün Meydani Araç’ta oturduğu için, onu ziyarete geldiler. Bir günlük zamanları vardı. Biz o zaman Araç halkevinde temsiller veriyoruz. Folklor çalışmalarımız oluyor. Rahmetli Mümin ağa Divan sazında, ben bağlamada Ahmet Pencereci curada, bizden daha küçük Lütfü Tekin darbukada. Biz böyle bir ekip oluşturduk. Bizim müsamerelerimizde salon tıklım tıklım dolardı. Mesela Atıf Kaptan geldi. Araçta temsil vereceği falan yok. Programında da yok. Türkiye’nin bütün yörelerinde bir millet uyanıyor adlı oyunu sahneye koyuyorlar. Eşi ile beraber, oradaki kişilerden istifade ediyor. O zaman dedik Atıf Kaptana; “burada oynayabiliriz, yapabiliriz.” Yarım saatlik bir provada rolleri dağıttı, yarım saat prova yaptık, akşam sahneye koyduk. Tıklım tıklım doldu.
Halk müziği ile ilgili birine birazda müzik hakkında özel sorular sormak ve belki de bugüne kadar konuşulmamışları hatırlamak güzel olabilirdi? Sordum.
Enver Albay- Kastamonu Müziği daha ziyade aşık tarzında, bunları bizim medarı iftiharımız Süleyman Şenel çok güzel incelemiş ve son derece faydalı kitaplar meydana getirdi. Onun için ben şunu iftiharla söylüyorum. Muzaffer Sarısözenle bir fiil çaldık söyledik ama Süleyman Şenel bizim işin bir Işık, Kastamonumuz için bir onur, Türkiye için bir onur. Muzaffer Sarısözen Araç’a bir günlük program için gelmişti ama dört gün kaldı. Araç’a ait bir sürü düzenleme yaptı. Bu arada 16 tane araç’a ait türküyü beraber çaldık söyledik. O zaman taş plağa aldılar bunları. Ben dedim ki; Muzaffer bey bu aşarla öşürle ilgili bir bizim köyde bir emine kadın var. Bu dedim bir türkü yakmış, Araç Çerçiler köyünden. Sırtında buğday yüklü. Öşür olan buğdayı cepheye yetiştirmek için Bartın’a kadar sırtında götürüyor. Araç – Safranbolu 60 küsur kilometre, ondan sonrası 40-50 kilometre, 100 kilometreye yakın yolu sırtında buğdayla gidiyor. Kastamonu ve yöresinin folkloründe garip ayağı, klasik Türk musikisindeki hicaz makamına çok yakın. Beste ve güfte kendisine ait. Bunu Hakkı Kamil Beşe, eski başbakanlık müsteşarı kendi arşivine aldı ve kendi kitabında da yazdı;
Giderim Allah giderim Bartın görünmez,
Şişti Bacaklarım Yollar yürünmez
Eylenin gomşular eylenin, çuvalım söküldü
Öşürüm eksik gelir hep Buğdayım döküldü.
O günkü durumu bu iki satırla ifade, ne kadar güzel. Ne kadar güzel bir ezgi. Şimdi bizim Araç’ın eski adı Gülferen köyü, yeni adı Doğanpınar. Benim çocukluğumda bütün yazlarım 6 yaşımdan 20 yaşıma kadar olan bölümde her sene üç ay dört ay o köyde geçerdi. Kırk beş hanelik 50 hanelik cıvıl cıvıl bir köydü. Bir amir memur geldiği zaman veyahut bir eğlence olduğu zaman, hemen ekip kurulur, Celal abi bağlama, eğitmen Ahmet Çavuş Keman, Cimbirli Hasan ağa zilli maşa ve def. “Hadi dutturalım ayarı” derler. “Dutturalım ayarı” demek akort anlamında. O kadar güzel çalarlardı ki. Genelde Kastamonu Türkülerinin yanı sıra orta Anadolu kültüründen de çok etkilenmişlerdir. “Çiçek dağı” türküsünün Gülferen varyasyonu vardır. Bakın bizde nasıl söylenmiş. Bunu celal abi rahmetli çok güzel söylerdi.
Of yarim çaydan damı geçtin a gözel çaydan
paçalarında yaş gibi yar ey
Of dün gecede koynumdaydın kınalanmış goç gibi yar ey
Yaranadan da sürmelim hey ömrüm
Gazeller söylenir, türküler söylenir. Topal Ahmet diye ümmi bir şair vardı. Bunun bağlaması falan yok. Bu herhangi bir hadiseye hemen bir türkü yakar. Mesela bir kız kaçırma vakası olmuş. Bekçigillerden Ömer, Hatıpogilden Zahra gızı kaçırmış. Topal Ahmet bunu hemen türküye dönüştürmüş. Ve Çargah makamına yakın bir türkü yakmış, biraz da Sepetçioğlu’ndan esinlenmiş sanıyorum.
Kılıçkayanın ufacuk tefecük taşları
Zahrada kızın keman gibi gaşları
Amanda zahra etmemeliydin
Keçemeni aşşa geçmemliydin
Aman zahra olmuş böyle
İstintahda doğruyu söyle
Şimdi bu sırf mecaz. “Kılıçkayanın ufacuk tefecük taşları” Kılıçkaya’nın üzerinde. “Zahra kızın keman gibi gaşları” bu tamamen kafiye. “Aman zahra etmemeliydin” zahra sen ne ettin, geçemeni aşşa yani yayladan aşa gitmemeliydin, yani kaçmamalıydın. Ama olmuş bir kere ama sakın ha istintakta (sorgu hakimliği) doğruyu söyle.
Benim dedem belediye reisliği falan yapmış Araçta, varlıklı bir adam, nenemde çok Osmanlı bir kadın. Safiye hanım (Koca Satu). Yaylaya giderdi. Hayvan otlatmaya falan değil, zevk için giderdi. Birde kel zöhure var köyde oda yaylaya çıkar. Şimdi bu Topal Ahmed’in dikkatini çekmiş bu. Ona da hemen bir şiir uydurmuş;
Kel kız yaylaya gider/ Yaylaya giderde ne eder / Mukayidin karısıynan iddiamı eder.
Ben kel Zöhüreye yetiştim. Koca Satuyu’da biliyorum. Koca Satu yani benim nenem hakiki bir halk şairi, ümmi idi okuması ve yazması yoktu.
Bildiğim kadarı ile siz Sepetçioğlu’nu en iyi oynayanlardan birisiniz. Ben Lisede, 81 senesinde Sepetçioğlu ekibindeydim. Hatırlarsanız tiridine bandım oyunu Lise ekibi tarafından ilk defa sergilenecekti , siz o sırada lisemize gelmiştiniz. Ben de o Sepetçioğlu ekibinin içindeydim. Siz ilk geldiğinizde biz oynarken dediniz ki çok iyi hatırlıyorum, bu Sepetçioğlu değil. Şimdi oynanan oyun da maalesef o, oyun yani gerçek Sepetçioğlu değil!
Enver Albay- Ben Kastamonu’da bulunduğum sürece işlerimin çok yoğundu, 4 vilayet bağlı, 44 askerlik şubesi vardı. Zaman fukarasıydım, ne yapabilirdim fazla diyebileceğimi de zannetmiyorum. Keşke o tarihlerde Süleyman Şener gibi bir kişi olsaydı. Şimdi Sepetçioğlunu rahmetli Mümin Meydani Araç halk evinde fevkalade öğretti. Hatta ek figürlerle öğretti. Çok güzel bir şekilde. Şimdi bu oyunu eski figürlerle oynayabilecek tek kişi Yavuz Yaman kaldı. Bu arada küçük bir anı hatırladım 1949 senesini 1950 yılına bağlayan gece, Sarıkamış 14. Süvari tümeni, bebek gölü diye bir göl var, bir askeri gazino var, yılbaşı kutlamasını yapıyoruz, tümen komutanı Arap Mahmut Tümgeneral, eski Genel kurmay başkanının kayın biraderi. Mahmut kaya çok otoriter bir adam, yılbaşı gecesinde biz bekar birkaç arkadaş toplandık. Teğmenim ben, kel Feridun binbaşım var. Oturduk işte gençlik, yılbaşına öyle süvari çizmeleri ile gidilir mi? Biz çizmeleri de çekmişiz, hafif de kafaları da çektikten sonra baktık ki Sepetçioğlu çalıyor. Hemen gittik, bir binbaşı çıktı ortaya, başladı oynamaya, bende kafa döndü alkol de var. “Ya Feridun abi” dedim. “Bu benim memleketimin oyunudur, kafamı bozmasın” dedim. Bu arada “hiçbir Kastamonulu Sepetçioğlu’nu istismara dayanamaz” dedim. Çok nekri bir adamdı. Hemen “sakinleş biraz” dedi. “Bana çık ortaya yakasına yapış” dedi. “İçkinin de tesiriyle çok özür dilerim binbaşım hiçbir Kastamonulu Sepetçioğlu istismarına tahammül edemez. Bu oyun böyle oynanmaz” dedim. “ Teğmenim oyna da seni görelim” dedi. “Tamam komutanım oynarım” dedim. Gittim sazın başına; “ sen sen sen sus” dedim. Klarnete gittim dedim;” sen şu tempoda çalabilir misin?” “Çal bakalım, hayır şu tempoyla, davula şu tempoyla vur.” Ben çıktım ortaya oynadım, söyledim. ses de müsait o zaman daha da yakışıklıydım, çıt yok salonda. Dedim “beyler aranızda Sepetçioğlu bilen veya bilmeyen bir Kastamonulu varsa bana eşlik etsin çünkü Sepetçioğlu tek oynanmaz, 3-5-6-8 fakat ben mecbur kaldığım için tek oynuyorum.” Bitti sepet Sepetçioğlu müthiş bir alkış “sen neymişsin ben seni böyle bilmiyordum” dediler aradan 1 saat geçti emir subayı komutanın çok hoşuna gitmiş harika bir oyundu onu bir daha seyretmek istiyorum demiş. Esas duruşa geçtim; “ komutanım çok özür dilerim Sepetçioğlu bir gecede 1 defa oynanır ben bunu yapmaya yetkili değilim bunun vebalini bana yüklemeyin” dedim. “Allah Allah adama bak yahu sırf prensip” dedi komutan. Şimdi bu oyunun istismarına hakikaten hiç kimde dayanamaz Mümin Meydani maksim gazinosuna gidiyor, benim kadim dostum Şemsi Yastıman Sepetçioğlu çalıyor, fakat bu sefer de ortaya bir kadın çıkıp göbek atmaya başlıyor. Nasıl soktuysa, belinden tabancayı çekiyor “sen in sahneden aşağıya, bundan sonra Sepetçioğlu’nu Besmele ile ağzınıza alacaksınız” diyor. Bunu rahmetli anlattı bana. Şimdi “Topal Koşma’yı biz 50 sene önce öldürdük, bir daha dirilmemek üzere öldürdük.” Rahmetli Nazif çavuş 75 yaşında, İnönü’nün huzurunda topal koşmayı oynadığı zaman İnönü pür dikkat kesiliyor; “çağırın bakalım oyunu oynayan çavuşu” diyor. Çağırıyor, bakıyor Nazif çavuşun dişleri yok. Nazif çavuşun dişlerini yaptırın diyor. Nazif çavuştan sonra kapanıyor, figürleri el çırpma var onun dışında diğer oyunlar da var, ama Sepetçioğlu ayrı. Bu arada çok sevindirici bir haber; Sepetçioğlu’nun doğduğu köy olan Araç’ın Hocaoğlu köyünün ismi Sepetçioğlu olarak değişti.
Köçek meselesi hakkında neler söylemek istersiniz?
Hüseyin Özbek kardeşimiz çok fevkalade anlatmış. Bizim Kastamonu’da köçek vardır. Vardır fakat, bu köçekten gocunacak bir taraf yoktur. Orta oyunu diye bir şey var, orta oyununda da zenne var. Zennenin anlamı nedir? Zenne kadın kılığına girmiş erkek, bu kadın kılığına girmiş erkek bir gocunma var mı burada, biz buna sanat diyoruz, köçekçilik de bir sanat, köçek de bir sanat. Hatta halk dilinde derler, filancanın düğününe iki davul, dört tane de köçek gelmiş diye, ben bunu çok duydum. Hatta çocukluk yıllarımda, bu Çankırı’da da var, garşı yönden geldi derler, bu nerden kalmış, Osmanlıdan gelmiş kadın oynatamayacakları için, dini anlayışımız veya bizim o dönemki örf ve adetlere ters düşmemek için rol yazılmış ama bunu kalkıp da para şeyiyle bir sepetçioğlu ile karıştırmak veyahut da milli kıyafet giyip onu bizim esas kendi folklörümüzü zedelemek olmaz o kendi yerinde ayrı diğerinin yeri ayrı. Onun için Kastamonu da köçekmiş demesin hiç kimse, köçek ancak oyunda. Ama halk arasında bu biraz tuhaf görünür o da neden tabii işin özünü ruhunu bilmeyen insanlar köçek gibi adam filan derler, teşbihte, ama benim nazarımda köçek bir sanat dalıdır, sanattır. keşke eskisi gibi o figürler olsun, şimdi bakıyoruz rock müziği, 50 cent gelmiş diyoruz oryantalleri seyrediyoruz, e.. bu da bir çeşit. Mesela bugün Eurovizyona köçeği koysan muazzam puan alır.