İngiliz filozof ve matematikçi Bertrand Russell Siyasal İdealler kitabının ilk cümlesinde şöyle der; “Karanlık çağlarda insanların duru bir inançla güçlü nedenlere dayanan bir umuda ve bunun sonucu olarak da güçlükleri önemsemeyen sabırlı bir cesarete gereksinimleri vardı.“
Her çağın kendi dinamikleri kendi içinde karanlığını ve aydınlığını yaratırken, yaşadığı ortama göre insanlar için de bazı seçenekler kendiliğinden oluşur. Kimi insan karanlığın içinde gittikçe körleşirken bazıları da karanlıktan aydınlığa çıkmanın mücadelesini, güçlükleri önemsemeyen sabır ve cesaretle verir.

Bu haftaki konuğumuz, Türk sendikasının duayenlerinden, eski Kastamonu Milletvekili Abanalı Sabri Tığlı. Sendikal hakların olmadığı bir dönemde, ekmek parasından olma pahasına mücadele veren, Türk sendika hareketinin öncülerinden olabilme sabır ve cesaretini ortaya koyan Kastamonulu Sabri Tığlı.
Gün olur sendikacı olduğu için işinden atılır. Gün olur grev kırıcılarına karşı gelebilmek adına tek başına fabrikadan çıkmak isteyen kamyonun önüne yatar ve hayatını ortaya koyar. Bir çoğumuz gibi çocukları için apartman dairesi, villa ve türlü mülkiyet hayali kurmayan, aksine çocuklarını grev çadırlarında büyüten bir emekçidir. Evet bu hafta, hemşerimiz Sabri Tığlı’ya konuk olduk.
Yer, Sabri Tığlı’nın İstanbul Bakırköy’deki evi. Eşi Billur Hanım, kızı Oya Hanım, kalabalık Gurbet Elçileri ekibini kapıda karşılıyor. Aslında bu bir röportajdan daha çok, bir ziyarete dönüşüyor. Yavuz Ballık, Yavuz Yaman ve Satır Ergün de bizimle beraber. Hazırlıklar tamamlanıp röportaja başladığımızda, ilk sorumuz kısa hayat hikayesi oluyor. “23 Nisan 1926’da Abana’da doğdum” sözcükleri ile röportajımız başlıyor.
S.T.- 23 Nisan 19262’da Abana’da doğdum. İlkokulu Abana`da bitirdim. 1938 yılında okumak üzere İstanbul`da geldim. O zamanlar karayolu yoktu. Abana’nın tek umudu Karadeniz sahili boyunca yük taşıyan gemilerdi. Nadiren donanmadan bir gemi gelir, ilkokulu birincilikle bitiren erkek çocukları alır, denizci yapmak için götürürdü. Ben mezun olmadan iki sene önce gelmişti gemi. İstanbul’a gemi ile gitmekten başka çare yoktu ve bir gün üç arkadaş İstanbul’a giden gemiye kaçak bindik. İstanbul’a geldikten sonra işe girdim. Akşamları sanat okuluna gittim. Sonra Eyüp`teki Maltoğulları Mensucat Fabrikası`nda işbaşı yaptım. O sırada halk evine, sonra da CHP’ye kayıt oldum.
İlkokul bitmiş, ortaokul için göç etmenin zamanı gelmişti. 12 yaşındaydı ve iki arkadaşı ile birlikte kendisini İstanbul’a götürecek olan gemiye kaçak bindi. Üç gün süren yolculuktan sonra, İstanbul’a, Galata’ya, o zamanki bilinen adıyla, kalafat yerine vardılar. Üç arkadaş bir kahvehanenin üst katında bir oda kiraladılar. Ayakkabı boyadılar, peynir ekmek ile karınlarını doyurdular. Piere Canko adında bir Rum’un yanında hemşerilerinin de yardımıyla tornacı olarak iş buldu. Akşamları Tophane sanat okuluna devam etti. 1943 yılı Sabri Tığlı’nın hayatı için dönüm noktalarından biriydi. Eyüp`teki Maltoğulları Mensucat Fabrikası`nda şef olarak işbaşı yaptı. Sabri Tığlı’nın sendikacılık ve siyasi hayatı ile ilgili konuşacak çok şey vardı. O nedenle biraz temkinliydik. Siyaset ve sendika hareketine girmeden önce Kastamonu ve Abana hakkında konuşmak istiyor ve konuyu tekrar Abana’ya getiriyorduk. Abana hakkında hatıralarını anlatmasını istiyorduk. Ancak sohbetimiz sırasında bir şey gözümüzden kaçmıyordu. Konu Abana’ya her geldiğinde; “Abana’yı köy yaptılar” sözcüğünü tekrarlıyordu Sabri Tığlı. Belli ki bu olay Sabri beyi çok incitmiş, anıları arasına adeta kazılarak yazılmıştı.
S.T.- Bozkurt’u ilçe, Abana’yı köy yaptılar. Abana’dan CHP dışında başka partiye oy çıkmazdı. Demokrat parti bir yasa çıkardı ve Abana’yı köy yaptı. Çok itiraz ettik ama yasa çatır çatır çıktı. Engel olamadık. Abana’yı köy yaptılar.
Abana köy olmuş ve ekonomik olarak gerilemeye başlamıştı. Tam bu noktada Sabri Tığlı’nın Abana mücadelesi başlıyordu. Önce Abana’yı Kalkındırma Tanıtma ve Turizm Derneğini kurdu.
S.T.- Abana köy yapılınca gerilemeye başladı. Ben de Abana’yı Kalkındırma Tanıtma ve Turizm Derneğini kurdum. O sıralarda Limasollu Naci ile tanışmıştım. Naci bey İngiliz filolojisinden mezun, gazetecilik yapıyor ve fotoğraf çekiyordu. Aynı zamanda İngilizce konuşma kampı kurmak istiyordu. Kampı Antalya’da kurmak istiyordu. Abana’da kurmasını söyledim, kabul etmedi. Onu Abana’ya götürmek ve Abana’nın fotoğraflarını çektirmek istedim. Abana’yı gördükten sonra fikrini değiştirdi ve konuşma kampını Abana’da kurmaya ikna oldu. Böylece Türkiye’nin ilk İngilizce konuşma kampını Abana’da kurmuş olduk.
İngiltere’den Oxford’dan Cambridge’den hocalar Abana’ya gelir. Kamp başladığı zaman öğrencileri yatıracak yer yoktur Abana’da. Sahile çadırlar kurulur. Sonra evler pansiyon olur. Bir tür Oxford modeliyle Abana’da İngilizce eğitimi başlar. Bütün bunlar olurken takvim yapraklarının 50’li, yılları gösterdiğini okuyucularımıza hatırlatmak ve yapılan işin zorluğunu okuyucu yorumuna bırakmak isteriz.
Sabri, bey Abana’nın tanınması için faaliyetlere inatla devam etmektedir. Taksim Belediye Gazinosu`nda bir Abana gecesi düzenler. Organizasyon’da Abana`nın kendisine has bir yemeği olsun ister. Abanalı akrabası olan, büyük Atatürk`ün ve İsmet Paşa`nın aşçılığını da yapan Necdet Usta (Necdet Dengezer) dan yardım ister. İktidar değiştiği için Necdet Usta’nın da görevi değişmiş ve Denizcilik Bankası’nda baş aşçı olarak göreve başlamıştır. Necdet Usta bir pilav yapar ve adı “Abana Pilavı” koyulur. Sonra bir gün dönemin Başbakanı Adnan Menderes denizcilik işletmelerine ait bir gemi ile İstanbul’dan İzmir’e gitmektedir. Menderes menüde bulunan pilavı çok beğenir ve tarifini ister. Pilavın adının “Abana Pilavı” olduğunu öğrendiğinde; “Yetti bu Abana, bir de pilav olarak mı karşımıza çıktı? Derhal bunun ismi değişecek” der. Gemiden Denizcilik Bankası Genel Müdürlüğüne talimat verilir. Necdet usta kendisine iletilen talimat üzerine; “Beyefendi ben siyasetçi değilim, siyasetten de anlamam, ben kendi memleketime, kendi köyüme, doğup büyüdüğüm memleketime hizmet olsun diye bir pilav yaptım, ismini de verdim. Bir ülkenin başbakanı pilavın ismiyle uğraşacak hale gelmişse benim yapacağım bir şey yok, ben bu pilavın ismini değiştirmem. Siz ne yaparsanız yapın, ben artık bu devlete hizmet de etmem” der ve istifa eder. Ancak Denizcilik Bankası mönüsünde pilavın adı artık değişmiş ve `Necdet usta pilavı` olmuştur.
30lu yıllarda ne sendika ne de sendikalar kanunu vardır. 1936’da bir kanun çıkar. Bu kanuna göre işveren ile işçi arasındaki ilişkiye yardımcı olmak üzere işçi temsilcileri seçilir. Sabri Tığlı’nın işçi hareketi ile tanışması da bu döneme rastlar.
S.T.- 1943 yılında çalıştığım Maltoğulları fabrikasında işçi temsilcisi seçildim. O zamanlar aday çıkması cesaret isteyen bir şeydi. İşçi mümessili seçildiğin zaman işveren iyi bir gözle bakmazdı. Cebimizde üyelik makbuzları her fabrikaya gider sendikaya gizli gizli işçi kaydederdik, çünkü patronlar duyduğunda işçileri atarlardı. Sonradan DİSK genel başkanı olan rahmetli Kemal Türkler patronun puantörü olarak çalışıyordu, sendikacı olmaya ben ikna etmiştim. Hala içim acır ama onun ve eşinin bu seçimlerinden dolayı pişman olmadığını sanıyorum. 1947`de “İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendikal Birliği” hakkında kanun kabul edildi.. Büyük kentlerde sendikalar kurulmaya başladı. Bizde Mensucat işçileri Sendikasını kurduk. O zamanlar İstanbul`da aşağı yukarı 15-16 tane sendika vardı, bir araya gelip güçlenmek için İstanbul İşçi Sendikaları Birliği`ni kurduk. Sonra Sendikal faaliyetlerimden dolayı Maltoğulları Mensucat Fabrikası’ndaki işimden çıkartıldım. 1946’da Demokrat Parti kurulduğunda işçilere grev hakkı vereceğim dediği için desteklendi ama iktidara geldikten sonra sözünü tutmadı. 1951’de Tekstil Federasyonu’nu kurduk. Sonra Sümerbank’ta işe başladım. Özel sektörde sendikacılar işe alınmıyordu. 1951’den 1958’e kadar Sümerbank’ta çalıştım. Günlük asgari yevmiyeyi 100 kuruştan 975 kuruşa çıkardık. Büyük paraydı o zamanlar. İşverenler kıyameti kopardı ama biz il hakem kurulu kararı ile kabul ettirdik. Bunu da fabrikanın önünde davul zurnayla duyurduk. O zaman en büyük mücadelemiz grev ve toplu sözleşme hakkı almak içindi.
Türkiye’de sendika hareketi gelişmeye devam ederken, Amerika kendi sistemine göre sendikacı yetiştirmek için sendikacıları Amerika’ya çağırır. Ancak Sabri Tığlı gitmez. 1952 yılında Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu kurulur. Aynı yıllarda Sabri Bey Türkiye Milli Gençlik teşkilatının kurucuları arasında yerini alır. O günleri şöyle anlatır.
S.T- Ben Milli Gençlik Teşkilatının kurucularındanım. Sendikalar Birliğinde görev yaptım. Tekstil Federasyonunda genel sekreterdim. Bahir Ersoy Başkandı, ben Genel Sekreterdim.
1958 yılında Billur Hanımla hayatını birleştirir. Yoğun sendika faaliyetleri, mücadele, grevler aile hayatını da etkileyecektir. Evliliğin ikinci ayında Milli Gençlik Teşkilatı Türkiye delegesi olarak Hindistan’a gider.
S.T- Yeni Delhi’de Dünya Gençlik Kongresi yapıldı. Daha bir aylık evliydim ve kongreye Milli Gençlik Teşkilatı delegesi olarak katıldım. Orada bir ay kaldık. Bulunduğum süre içinde Hindistandaki sendikacılık ve eğitim yapılanmasını inceleme fırsatım oldum. Oldukça iyi bir örgütlenme olduğunu gördüm, bana rehberlik eden sendika görevlisi ile sohbet ederken bu sistemi nasıl geliştirdiklerini sordum ve süpriz bir cevap aldım. Hindistan’daki eğitim sistemlerini kurarken kendilerine Cumhuriyet Türkiye’sinde uygulanan Köy Enstitüleri modelini örnek aldıklarını söyledi, sonra bana bir soru sormak istediğini söyledi, buyrun dedim ama sorusu bana çok acı geldi, Sizde hangi hain ve akılsız politikacı Köy Enstitülerini kaldırdı, bunu çok merak ediyorum dedi. Cevap veremedim.

Sabri bey bu sorunun cevabını yıllar sonra aynı zamanda parlamentoda da yer alan doğunun büyük aşiret ağalarının birinden alır. Kırsal kesimin egemenleri kendi köylülerinin çocuklarının karşılarına aydın ve bilgili bir insan olarak çıkmasının otorite ve düzenlerini sarsacağını görmüşlerdir.
Sendikal mücadele devam ederken 1959 yılında kızı Oya, bir yıl sonra da oğlu Ali Muhittin dünyaya gelir. Sabri beyin artık iki çocuğu vardır. Ancak o mücadelesinden hiçbir zaman vazgeçmez. Bakın Sabri Beyin kızı Oya Hanım o günleri nasıl anlatıyor.
Oya Tığlı- Çocukluğumuzun ilk on yılı grev çadırlarında geçti. Bir gün Enboy fabrikasında grev vardı. Bizde grev çadırındaydık. Dışarıda bir bağırma ve gürültü duyduk. Hemen dışarı çıktık. Bir baktık ki babam bir kamyonun önüne yere yatmış. Patron grevi kırmak için içeriden dışarıya mal çıkarmaya çalışıyormuş. Babamda kamyonun önüne yatarak kamyonun çıkmasını engelledi. Sonra polisler geldi babamı saçlarından çekerek yerden kaldırdılar ama kamyon o gün fabrikadan çıkamadı.

60 ihtilali olduğunda Sabri Tığlı sendikacıdır. İhtilal ile birlikte Anayasaya aykırı kanunları ayıklama komisyonu kurulur. Bu komisyon Abana’yı köy yapan kanunu anayasaya aykırı bulur. Böylece 60 ihtilali Abana’nın tekrar ilçe olmasını sağlar. 61 seçimleri geldiğinde İsmet İnönü Sabri Tığlı’nın aday olmasını ister ve Eskişehir’den aday gösterilir. Ancak beşinci sıradan aday olduğu için seçilemez ve tekrar sendika çalışmalarına geri döner. CHP ve AP koalisyonu kurulmuştur. Ancak koalisyon programında grev ve toplu sözleşme hakkı yoktur. 31 Aralık 1961 ‘de 100.000 kişinin katılımı ile Saraçhane’de miting yapılır. Bülent Ecevit Çalışma Bakanı olunca Grev ve toplu sözleşme hakkını işçilere veren kanun çıkar. 60’dan sonraki yıllarda sendikalar altın çağını yaşar. 1973 seçimleri geldiğinde tekrar aday olacaktır. Bu sefer doğduğu yerden, Kastamonu’dan aday gösterilir ve Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili olarak meclise girer. Böylece Ankara günleri başlamıştır.
S.T- Kürsüye çıktık, yemin ettik. Üç ayda bir elime geçen maaş, 10 bin 500 liraydı. O zaman siyasi partilere bütçeden para yardımı olmadığı için, her ay 500 lirası partiye kesiliyordu, bizim elimize 9 bin lira geçiyordu. O zamanlarda bugünkü gibi mesela lojman yoktu, oda yoktu, sekreter yok, hiçbir şey yoktu. 1100 lira ev kirası veriyordum, geri kalan 1900 lirayla geçiniyordum. Çocuklarım Ankara`da okudular. 10 sene falan Ankara`da oturduk. 74`te, Sağlık ve Sosyal İşler Komisyonu başkanıydım. Bütün iş kanunları, bütün sosyal kanunlar, komisyon olarak benim elimden geçerdi. Mesela paralı askerlik kanunu benim kanunumdur, çift emeklilik kanunu, yurtdışında çalışan Türk işçileri için, burada hizmetleri varsa, buradan da emekli olma, yurtdışından da emekli olma hakları benim kanunumdur. 132-133 kanun teklifim vardır. Parlamentoda en çok kanun teklifi sahibi bendim.
Sabri Tığlı İstanbul’a göç ettiğinde Abana’da iş yoktur. Onun gibi, bir çok arkadaşı da göç ediyordu. İnsanların yaşlanınca ölme hakkını kullanmak için memleketlerine dönmelerine karşıdır, o yıllarda çoğunlukla yaşlılar ve gurbetteki gençlerin çocuklarının yaşadığı Abana’ya bir fabrika kurmak fikri gelişir. Ve böylece Abana Elektromekanik motor fabrikası kurulur.
S.T- Göç vardı. Abana’da iş yeri yoktu. En başta ben göç etmiştim. O yüzden Abana’da bir işyeri olsun istedik ve Fabrikayı o yüzden kurduk. Siemens’le işbirliği yaptık. Teknoloji olsun istedik. Başladığımda ben tekstil federasyonunun genel sekreteriydim. Sendikadan ortaklar vardı, sonra Almanya’da çalışan işçilerden ortaklar oldu o zaman. Türkiye Kalkınma Bankası ortaklarındandı. 12 Eylül’den sonra Dünya Bankasının Türkiye’den başvuran birçok proje içinde kredi verdiği 3 projeden biri oldu Abana Elektromekanik. Böylece fabrikayı kurduk ve ilk olarak İran’a motor sattık. O zaman fabrika çok iş yaptı. İhracat yapıyordu. İtalya’ya bile ihracat yapmıştı.
12 Eylül’den sonra siyaset bitmiş ve artık Sabri Tığlı emekli olmuştu. Ancak sivil toplum faaliyetleri devam ediyordu. 1985 yılına gelindi. 6 arkadaşı ile Kastamonulular Dayanışma Derneği Kas-Der’i kurdular. Kastamonu yöresindeki yoksul gençlerin okutulması için kurulmuş vakıflara da destek vermeye devam etti. Mücadele ile geçen koca bir ömür. O kendisini topluma adamış, içinde yaşadığı toplum ve memleketi adına mücadele etmiş bir sivil toplumcu. Türkiye Sendika Hareketinin hemen her aşamasında yer almış, yılmadan mücadele etmiş bir Kastamonulu. Şimdi 83 yaşında İstanbul Bakırköy’de ailesi ile birlikte mütevazı bir hayat sürdürüyor.