Dr. Salih Osmanoğlu röportajı
Levent Zihnioğlu, Gurbet Elçileri… 24/03/2010, İstanbul
Bir yerlere birilerinin heykelini dikmeyi düşünenler varsa ve İnebolulularsa hiç tereddüt etmeden onlara; “Salih Osmanoğlu’nun heykelini dikin” derim. Var mıdır, dikilmiş midir bilmiyorum, görmedim. Ama yoksa, İnebolu’nun en güzel yerlerinden birine bir Salih Osmanoğlu heykeli sanırım çok görülmemeli.
Ya da bu fikrime katılıp katılmama düşüncenizi aşağıdaki sohbeti okuyana kadar erteleyin. Sanırım bana daha kolay hak verecek ve hemen girişimlere başlayacaksınız. Gelin birlikte okuyalım.
Hayat yolculuğu onun için nerede başlamış ve nasıl gelişmişti?
Salih Osmanoğlu- Ben İnebolu’da 1921 yılında doğdum. Babam kereste tüccarı, Hacı Osmanoğlu Ahmet Bey’dir. Ben 5 yaşındayken, 1927 yılında babasından ayrılmış Samsun’da işler daha iyi diye Samsun’a göç etmişiz. Ondan sonraki 10 sene Samsun’da kaldık. 1927 ye kadar ben İnebolu’yu hiç hatırlayamıyorum. Samsun’da geçen 10 senenin sonlarına doğru, altışar sene ara ile iki dayım 30lu yaşlarında, babam da 45 yaşında veremden öldüler. Ve ben 1937 de Samsun’dan orta mektep mezunu olarak İnebolu’ya dönmek mecburiyetinde kaldım. Kastamonu Lisesi parasız yatılı imtihanlarına girdim. Ailemizin maddi durumu da çökmüş bir vaziyette. Vakti zamanında babam İnebolu’nun eski zengin ailelerinden. Annemin tarafı da Battalzadeler, onlar da iyi bir durumda imiş fakat maddi gücümüz ortadan kalkmış. Kastamonu Lisesi sınavını Samsun’dan gelen biri olarak kazandım. “Kastamonu’nun bütün sınıflarının birincileri kazanmadı da bu gelen kim?” diye müdürler ve öğretmenler beni hayretle ve takdirle karşıladılar. İlk zamanlarda matematik dersine dahi sokulmuyordum. Samsun’da aldığım matematik eğitimi çok kuvvetliydi. O zamanlar Kastamonu’’da o kadar kuvvetli değildi. Müdür Mithat bey vardı. Bana ayrı sorular gelirdi sınavlarda. İmtihandan çıkarmak ayıp oluyor diye ayrı sorular gelirdi ve ben orada çok şükür 3 sene içinde sınıf birincisi oldum matematikte, zaten geldiğim zaman, matematikte liseyi bitirmiş kadar kuvvetliydim.
Lise günlerine ait hatırladığınız anılarınız var mı?
Salih Osmanoğlu- Orada bir hatıram var. Vecdi ilhan’a ben ders verdim. Lise müdürü ve lise müdür muavini Osman Faruk Verimer vardı. Onun babası da eczacıydı. Bu memleketin tanınmış eczacısı. Bende 4-5 ders verdim herhalde. Vecdi gelir bana; “Ağabey bana 5 ders verdin, 5 dersle içişleri bakanı ve orman bakanı oldum. Eğer 10 ders verseydin başbakan olacaktım” der daima.
Hangi Üniversiteyi bitirdiniz?
Salih Osmanoğlu- Kastamonu Lisesinden parlak bir şekilde mezun oldum. Fakat aile durumlarım İstanbul’a imtihanlara gitmeye müsait değildi. Bir kere formalite bakımından gittim. Bütün notlar fevkalade olduğu için tıp talebe yurduna kabul edildim. Devletin sağlık bakanlığının tıp talebe yurtları vardı o zaman, hakikaten şahane yurtlardı. 10 – 12 tane yurt vardı ve onlardan bir tanesine yerleştim. Doktor olduktan 10 sene 11 sene sonra dahi benim eski lise hocalarım “sen nerede mühendissin?” dediler. Ben mühendis olmadım ama benim matematik kökenim çok iyiydi. İstanbul Üniversitesinde okudum. O zaman başka üniversite yoktu. İstanbul Tıp Fakültesini bitirdim ve son sınıfa geldiğimiz vakit Ankara Tıp Fakültesi açıldı. Hemen o zaman “marş, marş” dediler. Devlet hesabına okuyan tıp talebe yurdu talebeleri Ankara’ya dediler. Askerler ve askeri tıbbiyeliler siz de Ankara’ya dediler. Çünkü tıp fakültesinde bir son sınıf açılıyor. Ankara’da bir de birinci sınıf açılıyor. Biz ağlamaya başladık. Yani bir çoklarımız. 5 sene burada beynelmilel bir okulda oku, sonra git Ankara’da İnönü’nün yeni açtığı fakülteden mezun ol. O zaman tıp talebe yurdu da bize çok müsamaha gösterdi. Siz mecburi hizmet yapmak için ikinci taahhütname verin, yurttan çıkabilirsiniz dediler. 100 kişiden 45-50 kişi çıktı. Kimi paralı yurtlara çıktı, kimi akrabalarının yanına çıktı. Bizim bir şeyimiz yok. Bende o zaman tıbbiyede de aynı çalışkanlığı devam ettiriyordum. Beni Cağaloğlu sağlık yurduna yerleştirdiler. Özel bir hastaneydi. İlk şevkimi orada aldım. Yani özel bir hastanede staj yaparak son sınıfı bitirdim ve orada pratiğimi yapmak bana çok şey kazandırdı ve mezun oldum. Hayata atıldım. Mecburi hizmetimi yaptım. Mardin’den tutun da Küçükkuyu, Bozcaada’ya kadar hükümet tabipliklerinde bulundum. Sonra Haseki hastanesine ihtisasa geldim. Orada mütehassıs oldum ve 10 sene çalıştım. 10 senelik memuriyetliğim varken istifa ettim. İstifa ederken de Haseki’den sen burada şef olacaksın dediler. Başhekim bana ; ”katiyen seni bırakmam, galiba senin ruhi vaziyetin bozuk” dedi ve zorla rapor verdi. “Benden sonra seçimlerde başhekim olacaksın” dedi ve beni orada tutmak istedi. Ben ısrar ettim ve iki ay sonra yeniden istifamı verdim. Serbest hayata atıldım. Sonrasında Laleli Teşhis Kliniği ve Vatan Hastanesinde bulundum.
Hangi yıldı? Haseki’den hangi yılda ayrıldınız?
Salih Osmanoğlu- Bunlar 1957 senesinde başladı. 1957 den 1981 senesine kadar Laleli Teşhis Kliniği var. Önce poliklinikti, 5-6 sene sonra klinik oldu ve Hastane oldu. 1972 de kazmayı vurarak, 1974 de Vatan Hastanesi’ni yaptık. Vatan Hastanesi o zaman 200 yataklı olarak yapıldı.
Aksaray’daki Vatan Hastanesi mi?
Salih Osmanoğlu- Aksaray’daki Vatan Hastanesi. 18 arkadaşım vardı. Onu bunu ortak etmiştik. En büyük hisse 10 hisse. 5 e 2 ye kadar iniyordu ve bütün yakınlarım benim peşimde oraya ortak oldular. 1974 de orayı açtık. Ve Türkiye’de o zaman 200 yataklı hastane ilk olduğu gibi Avrupa’da da ilkti. Yoktu. 100 yataktan fazla yataklı hastanenin Avrupa’da bulunmadığı bir devirdi o. Avrupa’da en büyük olalım diye yapmadım bunu. Ben 100 yatak diye başladım, 5 kat üzerine başladım. Dediler ki sen bu temeli o kadar güzel yapıyorsun ki 8 kat yap. Biz sana veriyoruz dediler. O zaman imar müdürlüğü ile dostluğumuz, çalışkanlığımız ve o zaman ki zihniyet böyleydi. Sen karışma biz yapıyoruz dediler. Şimdi böyle bir formaliteyi yaptırmak için ne kadar uğraşmak lazım. Peşimden koşarlardı. O zaman ki imar müdürü ben yapıyorum falan dedi. Binayı yaptık biz. Bu suretle 200 yataklı, 6 asansörlü, 7 ameliyathaneli bir hastane oldu. Orayı işletirken maalesef iki sene sonra Türkiye’nin en büyük hastanesi olarak içinde 105 hasta varken işçiler bir grev yaptılar. Ben de çağırdım savcıyı. Geldi 80 tane polis ile. Bunları dışarı attılar ve ben o üzüntü ile bir daha bu işi yapmam dedim. İki sene boş tuttum. Hiç olmazsa birçok oteller falan istiyordu. Amerika’dan falan geliyorlar, istiyorlar falan. Otel, olacağına yine beyaz gömleklilerin çalıştığı hastane olarak kalsın diye Azmi’ye (Azmi Ofluoğlu) kiraya verdim. Hala onda kiradadır ve sahipleri de kiralarını alır, yani bina bizimdir hala. Orada kiraya verdiğim kimseye bende biraz hisselerimi sattım. Sağdan soldan da o aldı. 25 hisse onundur. 75 hisse benim kurduğum o 18 kişilik grubundur hala. Artık hepsi yaşlı hekimler oldular. Hanım hekimler, erkek hekimler. Evlerinde oturuyorlar. Kiralarını alıyorlar. Laleli teşhis kliniği apartman bozması bir hastane halindeydi ama çok namlıydı. Onun kadar aktif, muhitinde tanınan bir hastane yoktu. Günde 15-20 hastayı ameliyat yaptığımız günler olurdu çok kere. Burası nasipmiş Osmanoğlu kliniğine. Okuldu, özel okuldu burayı aldık. Burayı yıktık yeni bir hastane yaptık. Bu hastanede de yanımda benim iki tane ortak doktor arkadaşım var. Böylece özel hastane, poliklinikleriyle şusuyla busuyla elimizden geldiği kadar dürüst bir müessese olarak, örnek bir müessese olarak, tarihi bir müessese olarak burayı devam ettiriyoruz.
Bir Vakıf Kurdunuz İnebolu için. Nasıl ve ne zaman başladınız vakıf çalışmalarına?
Salih Osmanoğlu- 1972 senesinde artık memleketime gidip gelirken, Türk Eğitim Vakfı’nın tüzüğünü aldım ve İnebolu ve çevresi sağlık eğitim vakfını kurdum. Bu sağlık eğitim vakfından maksadım İnebolu’ydu. İnebolu’nun dışına çıkmak değildi. Herkes evinin kapısının önünü süpürsün diye düşündüm. Memleket güllük gülistanlık olur zihniyeti ile hareket ettim. Mesela Taşköprü’den bir kimse bana müracaat ettiği vakit ona doğrudan doğruya kendi memleketinin vakfına, derneklerine git derdim. İnebolu ve çevresi dedirttiren bana Sabri Tığlı’dır. Ben İnebolu Sağlık Eğitim dedim, o İnebolu ve çevresi dedi. Ben buna içimden itiraz ettim ama sevdiğim için kabul ettim. Bakın Abana elektrik fabrikasında Siemens’in başkanı Kleinfeld, gıda zehirlenmesi oluyor. O yıl teftişe gitmiş. Siemens’in Türkiye’de en büyük adamı. Gıda zehirlenmesi oluyor, telefon açıyorlar, İnebolu’dan bizim ambulans onu alıyor getiriyor serum falan veriliyor. İyileşiyor. Bir gece hastanede kalıyor. Bana diyor ki; “Salih Bey, senin o ambulansın olmasaydı ben kurtulamayacaktım, Sağol”. Senelerce burada okumuştur, mühendistir. Türkçesi o kadar iyidir ki sen bunun Alman olduğunu anlayamazsın. Geliyor hastaneye yardım ediyor. Hatta kayınvalidesi burada yatmıştı galiba. Yani söyleyeceğim, İnebolu’ya aldığım ambulans Abana’ya yaramıyor mu?
Neler yaptı vakfınız?
Salih Osmanoğlu- Ne yaptık? Eğitime çok hizmet ettik. Kurslar açtık. Çalışkan çocuklara, fakir olsun zengin olsun fark etmez onlara hep burs verdik. Her ay da 30 ile 40 arası talebeye burs veririz. Sınıfta kaldığı gün bursu keseriz. Çalışkan olması lazım ve uyduruk fakültelere değil hakiki fakültelere girmiş kimselere veririz bursu. Bütün gün okulda bulunup, üniversitede çalışması gerekenlere veririz. Mesela hukuk fakültesine gidene vermeyiz. Sabahtan öğleye kadar gider, öğleden sonra çalışırsın. Ama eczacıya, doktora, mühendise, kimyagere bunlara veririz. Biz çalışan talebeyi alırız ve her sene sonunda da birincilere, ikincilere, üçüncülere, üniversiteye gitmek üzere hazırlanmış liseyi bitirmiş kişilere 1000 lira 1500 lira 2000 lira vaziyetimize göre para veririz ki üniversiteye gidebilsin, yol parası falan yapabilsin diye. Bunu hiç bırakmayız daima son sınıflarda. Yetiştirdiklerimiz arasında doktorlar, profesörler, dekanlar mevcut. Bu burslarımız mektepte okudukları müddetçe verilir. Şu kadarını söyleyeyim, bu bursların geriye dönmesi için hiçbir formalite koymadık. Şunu da söyleyeyim; memleketin sosyal takımı olarak, daha bir kişi geriye dönüp de bize para vermemiştir. Bazen bana sorarlar sizin gibi kişiler; “Niye bunlar hakkında bir takibat veya bir isteme, bir talepte bulunmuyorsunuz” diye. Biz iyilik yap denize at sistemiyle yürüyoruz. Maalesef bu hakikati da size söylemek istedim. Aşağı yukarı şimdiye kadar burs verdiğimiz talebeler 1000 i çok geçmiştir. Bu seneki mevcut sayı 32. Bu sayı 50 ye kadar çıktı. 28 den de aşağı düşmedi.
1972 den beri açık vakıf. İnebolu’ya bir çok yatırım yaptığınızı biliyoruz. Biraz da diğerlerinden bahseder misiniz?
Salih Osmanoğlu- Evet. 1972 den beri. İnebolu’da yine üniversite hazırlık kursları açtık. 5-10 sene. İnebolu’da sağlık bakanlığına iki tane ambulans verdik. Türkiye’de ambulanslar yeni çıktığında iki ambulans verdik. Devlet hastanesinin 50 yatağını tamamen modernize ettik. İki tane diyaliz makinesi verdik. Yine mesela çok mükemmel, Kastamonu’da benzeri olmayan okulu yaptık. Bu okulu gezen kimseler ki ilk eserimiz odur, Azize Ana ilkokulu. Kastamonu’da benzeri olmadığı gibi bazı gezenler İstanbul’da da biz bunun benzerini görmedik diyorlar. Aynı zamanda yerli biri orada müdürdür ve bu müdür sayesinde birçok şeyler olmuştur. Bunlar bütün Kastamonu dâhilinde sporda birinci, eğitimde birinci, atlamada zıplamada birinci. Ta geçen sene Polonya’ya kadar getirdi çocukları. Geçerken burada yemek yerler falan. 40 kişi otururlar yani organize ediyor. Geçen sene Vali beyle Rektör beyle bir açılış yaptık orada. Kız talebe yurtları yapmıştık. Ondan sonra da bir huzurevi yaptık. Bu da çok örnek bir eser. Kırk odalı, her odası tuvaletli banyoludur. Balkonu denize bakıyor. Denize 60 m mesafede, denizden 30 m yükseklikte ve etrafı orman. Manzarayı görün.
Nasıl işletiliyor burası, kimler işletiyor?
Salih Osmanoğlu- Bu tip yerleri işletmek çok zordur. Ben bu kurulurken karşı çıkmıştım. Çünkü daha Türkiye’nin bünyesi bir huzur evine müsait değildi. Ne yapacağız dedim. Temel atılmıştı. Yine de mükemmel bir şekilde bitirdik. 2 sene Kızılay işletti. O zaman Kızılay’da da merkez kurulundaydım. Dediler ki sana bir tane daha altın madalya verelim. Ben altın madalya falan istemem dedim. Buraya memur göndermeyin, buranın personeli İnebolu’dan çıksın ki ekonomisi güçlensin. İnebolu’nun ekonomisi çok gerilemiş durumda. Kastamonu gibi değil. Geriye bakarsak, vaktiyle İnebolu’nun nüfusu 20-25 bin iken çok eskiden Kastamonu’nun 10.000-12.000-14.000 nüfusu varmış. Rumlar gittikten sonra nüfus 10.000’e düştü. Kastamonu’nun 14.000 nüfusu vardı biz okurken. Bugün Kastamonu’nun 100.000 nüfusu var, İnebolu’da 6.000. nüfus yok. Hiçbir şey yok. Ekonomi diye bir şey yok. Kızılay bıraktıktan sonra huzurevi iki sene boş kaldı. Çocuk Esirgeme Kurumu’na verdik. Çok pırıl pırıl işliyor ve geçen gün bütçesini söylediler, 600 milyar. Yani her ay 50 milyar İnebolu’nun çarşısına pazarına para giriyor. Demek ki bacasız bir fabrika. Çünkü içinde 12 kişi çalışıyor. 32 kişide hasta var. Hasta dediğim de bakılan kimse. Büyük bir kısmı da para vermiyor. Devlet yarısının parasını veriyor. Yarısı da 300-400 lira gibi bir parayla 5 yıldızlı otelde kalıyorlar. Manzarası, yemeği, şusu busu falan içindedir. Bu böyle bir şey oldu. Yani şimdi çok daha değerli bir vaziyettedir. Şimdi yerini buldu bu. Şimdi içim rahat.
“Nasıl yapıyorsunuz bu yatırımları, Vakıf nasıl finanse ediyor zor değil mi?” diye soracak oldum ve başladı Salih bey anlatmaya. Dile kolay 40 senelik vakfın hikayesi bir solukta anlatılacak değildi ya. Bize sadece dinlemek düşerdi. Her eserin öyle ilginç bir öyküsü vardı ki; keşke bu yazılanları ve yapılanları tüm Kastamonu okusa, okusa da yan gelip yatan sivil toplum kuruluşları biraz ders alsa demek geldi içimden. Sonra sadece ve sadece dinledim. Ve keşke herkes okusa dileğimi de yineledim.
Salih Osmanoğlu- Mesela beni tanıyan bir kimse ben senin memleketine okul yapacağım dedi. Fransa’da çalışmış uzun müddet. Bülent Özüyrük diye bir kimse. Geldi hakikaten. Önce onu fahri hemşeri yaptık. İnebolu’ya bir tane Bülent Özüyrük Okulu yaptı. Onun yanındaki eski ortaokulunda adını ona verdiler. İlkokul ortaokul ile beraber. Bir de kız talebe yurtlarına 250.000 lira verdi. Yani aşağı yukarı 1 trilyondan fazla yatırım yaptı memlekete. Dediğim gibi 50 senesi Paris’de geçmiş bir arkadaş. Bir kuruş Türkiye’de para kazanmamış. Artık emekli burada. Kastamonu ile alakası yok. Kastamonulu değil. Dostluk. Beni gördü ve memleketine yardım yapacağım dedi. Belki esinlendi benim yaptıklarımdan. Ben bir defa gör de ondan sonra dedim. Her zaman buradadır. Geçerken yarım saat uğrar. Bakın rakam olarak 1 trilyon.
Aşağı yukarı vakfın bütün başarısına sebep vakfın bankada para tutmaması, hemen hayra teşvike, imrendirmeye özenmesi. Başka örnek. İki yurt yapıldı İnebolu’ya. Mesela birinci yurt, ben 50.000 lira verdim. Hemen Oğuz Kaya profesör ben dedi karımla benim adımız koyulsun dedi. Farmakoloji profesörüdür Ankara’da. Bende 200.000 vereyim ağabey dedi. Bunda ümit görüyorum. Tamam dedim. Hemen o 50, 200 de geldi etti 250.000. 200 de biz dışarıdan topladık ve yurt bitti. İkinci yurt devletle ihale ile bitti. Aynısı 850 ye bitti. Arada 2 sene fark var. Çok pahalanma olmadı halbuki.
İyi bir şeyler yapınca örnek oluyor ve herkes yardım ediyor. Başka örnek; Boyner’in kızlarıdır. Bana mal ediyorlar ama öyle değil. Fazlı benim iyi arkadaşım iyi dostumdur. Kızları da 9000 metrelik okulu, Kastamonu’da yapılmakta olan Yüksek Hemşirelik okulunu yapmaya kalkıştılar ve onu biz angaje ettik. Bina bitmek üzere. Eylülde falan açacağız okulu. Boyner’lerin bu eserde katkıları büyük. Kızları var üç tane. Üçü de benim elimde büyüdü. Bana enişte derler. Bazı kimseler zannediyor ki Salih Bey yaptırdı bunu. Onların kendi içlerinden geldi. Biz böyle bir şey yapmak istiyoruz. Ne dersin dediler. Ben aldım rektörle vali ile tanıştırdım. Bir iki kere götürdüm. Formaliteleri hazırladık. Tık diye yaptılar. Öyle beklemek yok. Düşünün tıkır tıkır veriyorlar. Geçen sene işe başlayalı dört ay oldu. Beş ay sonra bitiyor. 5 milyar. Şimdi böyle kimseler de çıkabilir her yerde. Bu Kastamonu için bir şanstır. Bu kızları bombardımana tuttular Tosyalılar. Bizim burada niye yapılmıyor diye. Tosya’ya bu adam sağlık evi yapmış, dispanser yapmış, okul yapmış. 5 milyonluk ne yapılır Tosya’ya. Bizim burada gördüklerinizin her biri 500 ile 1 trilyon arasıdır. Onun için nereden kim girecek kim çıkacak belli olmuyor. Yâd etmem lazım.
Mesela bizden bir Arsen abla çıktı. Arsen abla 5 yaşında İnebolu’dan çıkmış. Öğretmen olmuş. Ve bir daha memleketine hiç gitmemiş. Kaç sene gitmemiş? 50 sene, 60 sene… Bu 65-70 yaşlarındayken bir akrabası, İnebolulu, bana onu tanıştırdı. Kendisi bir mühendis ile evlenmiş, Bakırköy’de bir apartman yapılmış. Kendisi bana 40.000 lira verdi. Benim adıma orada bir okul yap diye. Ben okulu yaptım ve sürati de şu; Haziranda başladım Cumhuriyet bayramında okul bitmiş vaziyetteydi. Demin söylediğim Azize Ana yurdu. Okul açılınca bunu getirdim. Vali ile okul açılıyordu. Bakın dört ayda bitti. Her şeyi, bütün malzemesi ile yurt olarak yaptım. Gayem şu; köy çocuklarına bakacağım. İnebolu çocuklarına bakmayacağım. Köy çocuğu burada yer içer. Cumartesi köyüne gider pazartesi gelir diye aldım. Bir sene böyle gitti. 50 kişi okuttum. Bazı dramatik şeylerde oldu hani, zorluklar da oldu. Onu söylemeyeyim. Gelecek sene 80-100 kişi gelecek dedim. Köylerden geliyorlar. O sırada bir telefon. Kastamonu Valisi. Bizim Kastamonu’ya iki tane bölge okulu müsaadesi aldım. Birisini İhsan Gazi’ye verdim. Birini de İnebolu’ya sizin yaptığınıza vereceğim dedi. Nasıl veririm. 49 seneliğine vereyim dedim ben. Yok dedi. Doğrudan doğruya bizim özel idareye vereceksiniz, temelli dedi. Peki dedim. Bugün zaten Haziran dedim o zaman, 6000 lira tapu parasını yatırmaya geldim dedim. Size vereyim siz tapu parasını yatırırsınız dedim. Gülüştük. Ve o gün verdim. O günden itibaren burası bölge okulu oldu. İsmi de Arsen ablanın annesi, Azize Ana bölge okulu oldu. Şimdi o kadıncağız bunu görünce oğlum ben sana 40.000 lira verdim. Sen ne yapmışın dedi. 65.000 e çıkarttım dedim. Vali dedi ki ben inşaatçı bir valiyim. 150 den aşağı çıkaramam ben bunu dedi. İşte vali bey ben sağdan soldan malzeme aldım dedim. Bunları görünce kadın ben ölünce bütün paramı, 3 daire ile bir mağazayı Bakırköy’de vakfa veriyorum dedi. Kadın 2-3 sene sonra öldü. İşte o 3 daire ile bir dükkândan 6000-7000 lira kira alıyorum. Bakın 60-70 sene de görüyorsunuz o kadındır temeli atan. Bugün az değil 6000-7000 lira para.
Ondan sonra edebiyat öğretmeni bir kadın, Semahat Cebecioğlu, evini bize bıraktı taksimde. Şair ve edebiyat hocasıydı ve çoluğu çocuğu yoktu. Kiranın yarısını Kastamonu’daki kardeşine istedi. Yolluyoruz ona. Bakın “Unutulmamalısın” diye bir şiir yazmış.
Sen Karadeniz’in incisi
Sen Karadeniz’in cenneti
Sen tarihe karışan kayacıklar beldesi
Sen Cumhuriyet Türkiye’sinin ikinci gazisi
İnebolu…
Tak göğsüne İstiklal Madalyanı göğsüne haykır
Duymayan yüreklere sesini ulaştır
Bir gökkuşağı ol Karadeniz’den Ankara’ya sarıl
Sarıl ki unutanlar uyansın
Yalnız kitaplarda kalmasın hatıran
Sayfalar açılsın
Bir destansın ki tüm gönüllere
Türkiye’nin gönlüne yazılmalısın
Çünkü sen geçmişte onurlu
Bugün hala gururlu
Savaşta en cefalı fakat en vefalı
Bir vatan parçasısın
Unutulmamalısın
İşte bu kadıncağız kendiliğinden evini, Taksim’de bir apartman dairesini bize bıraktı. Onu da geçen ay 1200 liraya kiraya verdim. 5000 liraya restore yaptım. İşte o da bir kira. 600 ünü Kastamonu’da kardeşi var ona gönderiyoruz.
En fazla zorlandığınız şey neydi bunları yaparken?
Salih Osmanoğlu- Bazı şeyler oldu mesela zorlandığım. Bülent Özyürük dedi ki ben Avrupa’da para kazandım. Türkiye’de hiç para kazanmadım. Ben burada hayır yapıyorum ne diye KDV vereyim dedi. Sadece bu İnebolu’da böyle değil. Yalova’da Altınova’da da zelzele sonrası 3300 metre karelik bir lise yaptırdım ben. O zaman ki parayla 550 milyona çıktı. 150 milyonunu İsviçre Ticaret Odası verdi. Üst tarafını da ben vereyim benim ismim koyulsun dedim. Beni de sponsor olarak koydular. Bankaya para geldikçe ben harcayacağım. O zaman Dışbank’ın ceosu vardı. İkimiz imzaladık mı para çıkıyordu. Şimdi bu adamcağız bunu illaki susturdu. O zamanlar Süleyman Demirel Cumhurbaşkanıydı. Haber yolladık sağdan soldan. Reisi Cumhur’a kadar yolladık. Hayır yapan kişiden, sadece Bülent’ten değil kim olursa olsun KDV alınmasın diye. Bunu başarmadık. Mesela ben inşaat yapacağım. Hemen dedik bu inşaat kaça biter? Bunun işçiliği şusu busu 1 milyar. 300 milyar KDV. Malzemesi, tuğlası, demiri için 700.000. bunun KDV sini muaftır deseler bir kar sayarım ben. Bu yapılırsa Türkiye’de inşaat parlar. Çok parlar.
Derneklere ve vakıflara önerileriniz neler? Başarılı olmak için neler yapmalılar ve nasıl çalışmalılar?
Salih Osmanoğlu- Şimdi bir kere biz tutup da sistem olarak fakir hastaya ilaç parası falan vermedik. Bunu da asla tavsiye etmem. Bu milleti tembelliğe alıştırır. Bu kötü örnek değildir ama fakir fukaraya yardım dernekleri veya vakıfları kurmak, o başka iş. Bizimki o değil. Hiç kimsenin fakirliği ile ilgilenmeyiz.
Şimdi bir şeyler oluyor zamanla fakat bir tek şey benim inandığım şey şudur; vakıf el açmaz. Para istemez. Teberru istemez. Dernek değildir. Hatta bazı gecelerde, kulakları çınlasın Sabri Tığlı, bir arttırma yapardı. Yok dedim. Bu empoze ederek para toplamak oluyor. Gönlünden gelerek katılma olsun. Bu çok zor oluyor vakıflarda. Vakıf el açan dilenci olmamalı hiçbir zaman. Dernek olmamalı. Geliyorlar dernekler para istiyorlar. Onun da bir yolu var. Biz dernektik vakfa geçmeden önce. Ama düzgün dernekler de var. Bazen bu işleri suistimal edenler olabilir. Biz vakıfız. Hiç para istemedik. Düşünün sene de bir defa gece yapıyoruz. O geceden de artı bir gelir sağlayamıyoruz. İyi şeyler yapılır, görenler gelir ve destek olur. Hatta onlar da yaparlar.
Kastamonuluların bir araya geleceği bir yere ihtiyaç var. Hatta benim bir yerim vardır. Alman Konsolosluğu ile arası 50 metredir. 1200 liraya kiraya vermedim 2 ay tuttum. Kastamonu Vakıf Merkezi olsun dedim. Yeri ne kadar güzel, Taksim’den yürüyerek 10 dakika. Birinci kat, üç oda. Tam karar veremedik. Bende tabi onun üzerine kirayı geciktirdim. 20 gün oldu daha kiraya verileli. Kastamonu’da bir yer bulalım da burada toplansın. Bunun için de tabi bir tane adam arıyoruz. Sağa sola gittik. Kastamonu vakfı olduğu vakit büyük bir yer, hafta da her Çarşamba akşamları Kastamonu sohbet toplantıları olsun. Bir kişi orada devamlı olarak bulunsun. 40 kişinin 50 kişinin oturacak sandalyesi olsun. Mutfakta devamlı olarak çaydı bisküviydi ikram edecek bir şey olmalı. Orayı düzenlemeli, gelen gidenlerle ahbaplık etmeli ve orada bu iş kızışmalı. Biz bunu istedik. Böyle bir yerin olması, burada Kastamonuluların İneboluluların olması hep beraber toplanıp, dernek başka türlü, derneğin çalışmaları başka türlü. Vakıf başka. Vakıf ağırlıklı iş adamları, Muvaffak olmuş kimseler… Mesela böyle bir toplantıda, 4 Çarşamba var ayda; bir çarşambasında sözleşmeli. Gidelim orada buluşalım. 7 de 8 de giderim televizyon seyrederiz, konuşuruz, icabında tavla oynanır. Böyle bir şey ile bir birlik kurmak lazım. Buna ihtiyaç var. Böyle bir şeye ihtiyacı var Kastamonu’nun. Bakın İnebolu Vakfı bir tek odası olmadan, bir tek kendi üzerine telefonu olmadan bu kadar işi böyle yaptı. Ben bunu doğru bulmuyorum. Keşke bir yerimiz olsa. Artık benden sonra yaparlar. Çok şükür diyorum bu kadar yapabilmişiz. Bu güzel bir şey.
Çalışmalarınız belli ki birilerine örnek oldu ve Kastamonulu olmayan biri sadece sizin dostunuz olduğu için Kastamonu’ya hayırda bulundu. Başka örnekler var mı?
Salih Osmanoğlu- Mustafa Şerbetçi diye biri çıktı. Nereden biliyor musun? Evrenye’nin köylerinden. İnebolu’ya 1 trilyondan fazla yardım, okul yaptı bu sene açılacak. Tek. Bu kadar çalışmamızın tek tabancası oldu. İster inan ister inanma. Bakın söylüyorum size ben Mustafa Şerbetçi’ye ne yaptım? Derhal mektup yazdım. Bizim şeref üyemiz yaptım. Ve bu sefer bakın söyleyeyim. Her şeye gitmem, Kastamonu’da açılacak bu okula giderim. Bizim kızların açtığı, bir de ona giderim. İnebolu’ya 1,5 trilyonluk okul, ilkokul yapıyor. İki senedir yapıyor. O kadar güzel. 55 yaşında. Daha görüşemedik. Burada bir işi varmış. Tersane gibi. Daha görüşemedik. Bir iki kere telefonla konuştuk. O bu yaptıklarımızı gördü de esinlendi. Bu kızlara gelince. Kendilerini Kastamonulu, Tosyalı biliyorlar. Tosya kıyameti kopardı kızlara. Niye yapmıyorsun niye etmiyorsun diye. Bugün ne oluyor. Türk ekonomi bankası iki tane şube açtı Kastamonu’da. Benim akrabalarımdır. Nedir bu? Demek ki İnebolulu, Mehmet ağabey sağ olsaydı Kastamonu ve İnebolu çok ihya olurdu. Bu çocuklar kendilerini İnebolulu saymıyorlar. İnebolu’yu bilmiyorlar. Babası, Mehmet Çolakoğlu’nu ben kendim İnebolu’ya getirdim. 3 gece kaldı. Benim yerimde. Sen gel gelme, ben her ay geleceğim senin yerinde kalacağım dedi. Çünkü ben bayıldım buraya dedi. Annesinin mezarını ziyaret etti.
Gelelim reçel işinize. Birazda reçel üretiminden bahsedelim.
Salih Osmanoğlu- İşte elimizden geldiği kadar bir şeyler yapmak istiyoruz. İnebolu’da reçel. Ekonomik olsun diye bir yer aldım. İnebolu’dan reçel diye. Vakıf olarak değil de kendime bağlı bir şirket olarak çalıştırıyorum. 10 senedir zarar ettim hep kendime. İnebolu’dan reçel, İnebolu’dan tarhana diye. Tabi biz o zaman sağa sola falan dağıtıyorduk. Profesyonel olarak 10 senelik 300-400 milyar zarara dayanamaz olunca İnebolulu bir kimseye verdim. Patentlerini falan hepsini beraber sembolik bir kiraya verdim. Şimdi hepsini o yapıyor. Ve şahane bir şekilde yapıyor.
Kastamonulu, İnebolulu gençlere ne tavsiye ediyorsunuz?
Salih Osmanoğlu- Kastamonulu gençlere tavsiyem, çok çalışmak ve memleketlerini sevmek. Memleketlerini senede bir defa mutlaka ziyaret etmektir. Bunu yapsınlar çünkü bu mıntıkanın halkı hakiki İstiklal Harbinde merkez kuvvet olmuş kısımdır. Bakın şimdi biz yukarıya çıkacağız, benim kafeteryamı göreceksiniz, İnebolu’ya Atatürk’ün gelişinin resimleri falan var. Onun için bu ruhu taşısınlar ve bu birlikten ayrılmasınlar. Kastamonulu, Taşköprülü, Tosyalı ayrışmamışsın, hep beraber. Ben iftihar ediyorum bakın şu Tosyalı kızların orada iş yapmasına. Hasan Çolakoğlu’nun orada iki tane şube açtığına ve iki tane de okul yapmak için söz verdiğine. Ama bunu sıkıştırmamak da lazım. Küresel bir kriz var. Zamanında yapacak gözüküyor. Biz de ne yapıyoruz, dostluk ediyoruz, konuşuyoruz. Hayır işleri yavaş yavaş gelişiyor insanlarda.
Anadolu gençlerine memleketlerine sahip olmalarını, her tatilde fırsat buldukça her münasebette oraları ziyaret etmeleri, sosyal kültürel ve ekonomik katkısına karınca kararınca yardımcı olmalarını vazife bilmelerini isterim. Böylece Anadolu gençleri de vazifelerini yapmış olurlar. Memleketlerinin yücelmesi için ellerinden gelen birçok şeyler vardır. Bunların akıllarına gelmesi ancak bu ziyaretlerle kendileri göreceklerdir. İhtiyaçları kendilerine söylenecektir. Bugün “Çılgın Türkler” yazarının bile İnebolu’yu ziyaret etmesi, İnebolu’da bir nutuk söylemesi, bir konuşma yapması kazanç olmuştur. Ben İneboluluların toplanma zamanı olarak 25 Ağustos’u seçtim. Senelerden beri diyoruz ki Taşrada, İstanbul’da bulunan İnebolulular 25 Ağustos’da İnebolu’ya gitsinler ki birçok İnebolulu orada toplanıyor. Müşterek bir yemek yapalım. Bizim vakfımız bütçesinden bir kısım parayı ayırarak 150-200 kişilik yemeğin yapılmasını belediyeye sağlattırıyor. Belediye de eksik olmasın iştirak ediyor. İnebolu’da bir hava teşekkül etsin istiyorum. Aynı şeyi bütün kasabalarda bütün Kastamonu’da yapmalı. Bu şekilde yapmalı ve birbirleri ile konuşarak doğdukları büyüdükleri yerlere sahip çıkmalı. Bu bizim mecburi vazifemiz. Mecburi hizmetimiz bu. Memleketimiz hakikaten başka yerlerden çok üstün manevi zevklere ve karaktere sahip. Ama biraz sosyoekonomik ve kültürel bakımdan diğer yerlere nazaran Kastamonu biraz daha geri kalmıştır bunu kabul etmek lazım.
İşte böyle, buraya kadar okuma sabrını kendinize hediye etmişseniz sanırım bu sizin kendinize verdiğiniz en değerli hediyelerden biri olacaktır.
Bazı bilinç düzeyleri vardır ve bu düzey doğuştan gelir, hayat yolculuğunda gelişir. Öyle sağlam bilinçlerdir ki bunlar ne yaparsanız yapın bozulmaz. Öyle şeyler yaparlar ki hayat içinde, siz sadece onlara şapka çıkarır ve ayakta alkışlarsınız.
Bazı bilinçlerde vardır ki, ne yapılırsa yapılsın elden bir şey gelmez. Hatta onlara baktığınız zaman umutsuzluğa kapılır, “Ne olacak bu memleketin hali” deriz. Sonra yüksek bilinçleri hatırlar ve bu asalaklara “defolun” diye haykırmak isteriz. Ama anlamazlar, çünkü asalaklık onların varoluş sebebidir ve asalak olamaya devam edeceklerdir. Ama şanslıyız ki bizim yüksek bilinçlerimizde var…
Bir Salih Osmanoğlu, bir Sabri Tığlı, bir Mustafa Sıtkı Erkek olabilmek hiç de kolay değildir. Onlar iyi ki vardırlar, onlar yüksek bilinçlerdir ve bizler, geleceğimizden, çocuklarımızın geleceğinden onlar sayesinde endişe duymayız. İyi ki varsınız…